logotype
Bağış Yap

Kategori: Kültürel

MogolistandaNelerOluyor-GaleriV2
BlogGüncel FaaliyetlerKültürelMoğolistan

Moğolistan’da Neler Oluyor?

Moğolistan’ın yüz ölçümü Türkiye’nin iki buçuk katı olmasına rağmen kullanım alanı çok azdır.

Moğolistan’ın yüz ölçümü 1.564.000 km² iken Moğolistan’ın içinde bulunan Gobi çölünün yüz ölçümü 1.295.000 km² dir. Bu da Moğolistan da bulunan yaşam alanını kısıtlamaktadır.

Moğolistan’da nüfusun çoğunluğu nerede yaşamaktadır?

Moğolistan da yaşayan yaklaşık 3,3 milyon insan vardır ve yüz ölçümüne göre dünyanın en seyrek nüfuslu ülkeleri arasında yer almaktadır. Ülkenin yarıdan fazlası çöl olmasından dolayı bu nüfusun neredeyse yarısı, ülkenin başkenti olan Ulanbatur da yaşamaktadır.

Dünyanın en soğuk yerleri arasında bulunan Moğolistan’da Kış aylarında sıcaklık -50 dereceye kadar inmektedir.

Moğolistan, aşırı karasal iklime sahiptir. Kışları, soğuk ve uzun sürerken, yazları sıcak olmasına rağmen kısa sürmektedir. Kış, Kasım’dan Nisan ayı sonlarına, bahar ise Mayıs’tan Haziran’a kadar sürer. Mayıs ayında ortalama sıcaklık 6°C dir. Bu dönemde, genellikle bulutsuz ve açık gökyüzü ile rüzgârlı ve kuru hava hakimdir.

Bir adresi bulmak bu kadar zor olamaz.

Uçsuz bucaksız bozkır alanlarına ev sahipliği yapan Moğolistan’da adres tarifi ise şöyle oluyor; şu iki dağı görüyor musunuz? O iki dağın arasından geçtikten sonra sağınızda bir nehir göreceksiniz o nehri takip edin karşınıza koyun sürüleri çıkacak o sürüleri geçtikten sonra istediğiniz yere varacaksınız.

Moğolistan’da yaşayan insanların çoğu Budist’tir.

Moğolistan’da din olarak ülkenin yarısı Budizm’e inanmaktadır. Geri kalanlar ise Moğol Şamanizm’i ve Hristiyanlığa inanılmaktadır. Müslüman kesimin çoğunluğunu ise Kazak Müslümanları oluşturmaktadır. Bunun oranı ise sadece %3’tür.

Moğolistan’da halkın çoğu uçsuz bucaksız bozkırın ortasında derin bir sessizliğin içinde geleneksel çadırlarda yaşamaktadır.

Moğolistan nüfusunun %39’u geleneksel yaşam tarzı olan ve kanvastan yapılan  “GER” dedikleri çadırlarda göçebe olarak yaşamaktadır.  Ger, Orta Asya bozkırlarında birkaç değişik türde göçebe grup tarafından konut olarak kullanılan deri ya da keçe ile kaplanmış taşınabilir, yuvarlak bir çadırdır.

Moğolistan’da bina yapılabilmeniz için kış ayının bitmesini beklemek zorundasınız…

Kış ayının çok uzun sürmesinden dolayı Moğolistan’da bina yapmak oldukça zordur. Bir bina için sadece 4 ayınız vardır.

Moğolistan’da uzun kışlar tarım için uygun şartları sağlamamakta ve insanların tek geçim kaynağı hayvancılıktır.

Moğolistan oldukça az ekilebilir arazi içerir, çünkü alanı büyük ölçüde çimenli bozkırlarla kaplıdır, kuzeyde ve batıda dağlarla, güneyde de Gobi Çölünü içermektedir. Yüksek rakım, sıcaklıktaki aşırı dalgalanma, uzun kışlar ve düşük yağış, tarımsal gelişme için sınırlı potansiyel sağlar.

 Bozkırın o soğuk yüzünde ektiğiniz bir ürünün büyümesi için sadece 100 gününüz var.

Ekmiş olduğunuz bir ürünün büyüme mevsimi 100 günü geçmemektedir. Çünkü mevsim şartları size sadece bu kadar gün sunmaktadır.

Atlar, Moğolistan halkı için hala vazgeçilmezler arasındadır. Atların hem etinden hem de sütünden faydalanmaya devam etmektedirler.

Moğolistan’da göçebe ailelerin, 200 kadar ata sahip olması hayatın normali ve bu coğrafyada kırsal alanda yetişen çocuklar daha 3-5 yaşlarındayken ata binmeyi öğreniyorlar. Kırsal alanda doğayla ve hayvanlarla iç içe bir yaşam süren aileler, sığır, deve, keçi ve koyun da besliyorlar. Fakat at, Moğolistan’ın en önemli simgelerinden biri.

Orta Asya insanın neden bu kadar sağlıklı olduğunu hiç düşündünüz mü?

Kımız, Orta Asya’nın en çok bilinen ve sıkça tüketilen milli içeceğidir. Kısrak sütünden elde edilir ve kısrak sütünün mayalanmasıyla oluşur. Kımızın faydaları saymakla bitmez. Kımız; bağırsaklardaki yüksek asitleri dengeler ve bağırsaklarda oluşan mikroorganizmaları en sağlıklı hale getirir. Asırlardan beri tüketilen kımızın, protein bakımından da yüksek olması, tercih edilme nedenleri arasında yer alır. Sindirimi kolaylaştırdığı için Eski Türkler’den günümüze kadar değerini korumuştur. Ayrıca akciğer kanseri oranın azaltır ve solunum yolu rahatsızlıklarında tüketildiğinde, daha rahat nefes almanızı sağlar.

Moğolistan’da insanlar özel misafirlerine ahırda beslemiş oldukları atı ikram etmektedirler.

Orta Asya’da normal zamanların dışında özellikle baharın gelişiyle birlikte at kesme geleneği, bu işin en doruk noktasını oluşturuyor. İlkbahar mevsiminde atlar kesilip etkinlikler düzenleniyor. Baharın gelişine atlar kurban ediliyor. Bu atlar kendileri için ve misafirlerine ikram etmek üzere özel olarak yetiştiriliyor.

At etinin diğer etlerden daha çok enerji ve kalori sağladığı gerçeği at etini yiyenler tarafından ortaya konuluyor. Özellikle sert kışlara maruz kalan insanlar için at etinin bünyeyi sıcak tuttuğu belirtiliyor.

Bozkırda bir çocuğun yetişkin olabilmesi için öncelikle bir atı ustaca kullanabilmesi gerekmektedir. Eğer atı tutup ustaca kullanabiliyorsa, o çocuk yetişkin oluyor.

Huvs gölünde buzların arasında donup kalmış gemiler sıcak günlerin gelmesini bekliyorlar.

Huvs gölü yılın dört ayı dışında tamamen donuyor, Hatgal’daki limanda gölün tüm gemileri, buzların arasında, sıcak günlerin gelmesini bekliyor. Buzların erimesi temmuzda ancak bitmiş oluyor.

BozkirdaKis-OneCikan
BlogGüncel FaaliyetlerKültürelMoğolistan

Bozkır Üzerindeki Kış

Dünya üzerindeki 7 farklı kıtada birbirinden farklı iklimler ve hayatlar yaşanıyor. Libya’da insanlar aşırı sıcakla boğuşurken, Moğolistan’da soğuktan donma noktasına geliyor. Biz, her ne kadar mevsimler son yıllarda değişse de dört mevsimin yaşandığı ender ülkelerden birisiyiz. Güneşi de görüyoruz, karı da yağmuru da… Gerçekten de şanslıyız. Bir düşünsenize sürekli soğuk ya da çoğu zaman karlı olan bir ülkede yaşadığınızı.

Yıl boyunca buzlarla kaplı olan bu bölgelerde, hava sıcaklığı nadiren sıfırın üzerine çıkıyor.

İşte, dünyanın belli bölgeleri yılın büyük bölümünde ya çok soğuk ya da tamamen karla kaplı. Özellikle kuzey ve güney kutup bölgelerine yaklaştıkça soğuk hava etkisini gösteriyor. Kutup bölgeleri dünyanın en soğuk yerleri olarak bilinse de denize uzak olan iç kesimlerde de sert iklim koşulları kendisini gösteriyor. Yıl boyunca buzlarla kaplı olan bu bölgelerde, hava sıcaklığı nadiren sıfırın üzerine çıkıyor

Mezar kazabilmek için toprağa ateş tutularak buzlar eritiliyor ve ancak bu şekilde toprak kazılabiliyor.

Moğolistan’da kışlar çok soğuk geçiyor, Ocak ayında sıcaklıklar -45 ° C’ye kadar düşebiliyor ve Ulanbatur rekorunu dünyanın en soğuk başkenti olarak tutuyor. Hatta Ulanbatur’da mezar kazmak için toprak ateşle eritiliyor. Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’da 1,3 milyon kişi yaşıyor. Yüzyıllara dayanan tarihiyle bu yerleşim yerinde Ocak ayı ortalaması -45°C oluyor.

Ulanbatur o denli soğuk bir şehir ki cenaze öncesinde mezar kazabilmek için toprağa ateş tutularak buzlar eritiliyor ve ancak bu şekilde toprak kazılabiliyor. Yardımsız kimsenin caddelerde yürüyemediğini düşünürseniz araba kullanmak araba çalıştırmak gibi şeyler kâbus gibi. Şehirde buzluk kullanmak isteyenler, terk edilmiş arabaların bagajlarını kullanıyor.

Ulanbatur’da sert iklim koşulları sebebiyle sebze ve meyve yetiştirmek bir hayli zor. Bu sebeple kentin mutfağını da et ağırlıklı yemekler oluşturuyor. Kurutulmuş et, sığır eti yiyorlar, mantıları meşhur ve Kımız içiyorlar.  Dışarı çıkmadan evvel önce, mutlaka yünlü ve kalın giysiler giyilmeli. Kaşmir çorapları, kazakları ve uzun iç çamaşırı, kışlık parkları, deri ve kürk botları.

Yollar kaygan olabilse de Moğolistan’da kışlık ulaşım çok azdır, çünkü az kar yağışı vardır.  Yağan kar daha sonra buz olmaktadır. Bir seferde 20 dakikadan fazla bir süre dışarıda yürümek soğuktan dolayı zor olabiliyor.

Ekmek-Slider1
Güncel FaaliyetlerKültürel

Ekmeğini Yalnız Yiyen, Yükünü Yalnız Çeker

Orta Asyanın soğuk bozkırlarındaki kıl çadırların birinde Yaşlı bir zat yaşarmış. Bir gün kapısını bir adam çalmış. Karnının çok aç olduğunu ve bir somun ekmek istediğini söylemiş. Yaşlı zat ekmek vermek yerine kapısını çalan bu adamı içeri almış ve hizmetçisine güzel mi güzel mükellef bir sofra hazırlatmış. Bu sofrayı gören adam şaşkınlık içerisinde sofraya oturmuş, karnını bir güzelce doyurmuş ve ekmek kırıntılarını toplamadan sofradan kalkmış.Yaşlı zat bunu görünce üzülmüş ve adama dönerek bak evlat sana bir tavsiye vereyim; ben bundan iki sene evvel önce evime bir dostumu çağırmıştım. Beraberce yemek yedikten sonra hizmetçim sofrayı toplayıp eliyle de bütün ekmek kırıntılarını avucuna alıp ağzına doğru götürmüştü. Bu hareketinden dolayı dostumun yanında çok utanmış ve hizmetçimi azarlamıştım. O gece bir rüya gördüm; gaipten bir ses bana kaybettin ey adam kibrinden dolayı kaybettin. O evin bereketini o hizmetçi sayesinde kazanıyordun şimdi git o hizmetçinin avcundaki ekmek kırıntılarına bak dedi. Gidip hizmetçimin avcuna baktım ve o ekmek kırıntılarının altına dönüşmüş olduğunu gördüm. Yataktan sıçrayarak uyandım ve hemen hizmetçimin ayaklarına kapanıp özür diledim. İşte o günden sonra bir daha asla ekmek kırıntılarını sofrada bırakmadım ve bunun sayesinde evimden bolluk bereket de hiç eksik olmadı. Adam mesajı almış ve sofradaki ekmek kırıntılarını toplamaya başlamıştı. Bizler de evimizde, malımızda, işimizde bereket istiyorsak ekmeğe gereken önemi, saygıyı göstermeliyiz ve ekmeklerimizi israf etmemeliyiz.

Ülkemiz 20 milyon tonluk üretim ile dünyada un üreten ilk on ülke arasında yer almaktadır. Günlük 123 milyon ekmek üretilmekte ve bunun ne yazık ki 6,14 milyonu her gün israf edilmektedir. Gelişmemiş ülkelerde bu oran oldukça azdır. Örneğin Moğolistan bulunmuş olduğu konum itibariyle ülkedeki un ihtiyacının sadece %20’sini karşılayabilmekte ve geri kalan %80’nini de dışa bağımlı olarak temin etmektedir. İklim şartlarının elverişsiz olduğu ve son zamanlarda ülkeler arasında yaşanan gerginlikler nedeniyle un ihtiyacını karşılayamaz hale gelen Moğolistan bu tahıl krizinden çıkmak istiyor. Bizler de ekmeğe gereken önemi göstermeli ve israf etmek yerine ihtiyaç sahipleri ile paylaşmalıyız. 

Hem ne güzel demiş atalarımız ekmeğini yalnız yiyen, yükünü yalnız çeker.

HotonTurkleri-OneCikan
BlogKültürelMoğolistanTarihi

Moğolistan’da Hoton Türkleri

Moğolistan’da, günümüze kadar ulaşabilen topluluklardan, Uygur Hoton Türk topluluğu, Moğolistan’ın batısında, özellikle bozkırlarla çevrili Uvs eyaletindeki, Tarialan ilçesinde yaşarlar. Uvs eyaleti, Rusya sınırındadır ve batısında Bayan Ölgi eyaleti; doğusunda da Zavhan eyaleti ve güneyinde de, Hovda eyaleti bulunmaktadır. Hoton Türk topluluğu, Moğolistan nüfusunun yaklaşık binde 3’ünü oluşturur. Moğolca’da Khoton etnik grubu olarak bilinen “Hoton Türkleri” Moğolistan coğrafyasında kaybolmaya yüz tutmuş Türk topluluklarından biridir.

HOTON ADI VE KÖKENİ

Hoton adı ve kökeni hakkında çok net bilgiler elimizde olmamakla beraber sahada ve kaynaklar üzerinde yapmış olduğumuz araştırmalarda “Hoton” adının aslında “Hatun” olduğu, Uygur Türklerine mensup olduklarını, Uygurlardan günümüze kalan Moğolistan sınırları içerisinde birkaç haneli Türk topluluğu olduklarını, Hoton topluluklarının yaşlıları tarafından sözlü olarak tarafımıza ifade edilmiştir. Hatun kelime anlamı olarak Türklerde, kadın, hanım, bayan anlamları taşıdığı bilinmektedir.

Cengiz Han mirasçıları tarafından Moğol olmayan toplulukların erkek sayısı 1000 olarak sınırlandırılmıştır. Bu durum Erkeklerin; binden fazla olan erkek nüfusun kılıçtan geçirilmesi veya Moğol orduları içinde savaşmamak ve askerlik yapmamak için hanım elbiseleri giymesine sebep olmuştur. Bu Türk topluluğuna bu hareketlerinden dolayı ad olarak üzerlerine yapıştığını ve daha sonra değişime uğrayarak 14. 16. yüzyıllarda Hatun olan isimlerinin, günümüze bu ismin değişerek “Hoton” olarak anıldığını belirtmişlerdir. Savaştan korktuklarından değil, ölüme meydan okuduklarından ve sadece Moğol saflarında savaşmak ve asker olmak istemediklerinden dolayı atalarının böyle bir yol seçtiklerini, Hoton yaşlıları ifade etmişlerdir. Hoton’lar, kendi nüfuslarının Moğolistan sınırları içinde yaklaşık olarak 15-20 bin olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Hotonlara dair verilen kısa bu malumattan sonra, Türk topluluğu Hoton diline ait kaydedilen birkaç kelimeyi de belirtelim.

Ata – Baba                    Empr – Koca-Karı

Ana – Anne                   Cilxa – Yılkı, At

Awşıhan – İhtiyar       Cirman – Yirmi

Ağan – Ağa                   İmpak – Genç

Bala- Çocuk                   Yakşi – Yahşi, eyi

Bar – Var                       Yan – Can, hayat

Ber – Ver                       Yenge – Yanak

Gurt – Peynir             Yer – Toprak, yer

Eger – abla            Yeple – Yaşamak

HOTON TÜRK’ÜNÜN BİR GÜNÜ

Hoton Türk’ünün bir günü… Sabah çok erkenden kalkarlar. Hep mesut ve neşeli, tehlike anında ise soğukkanlı ve aklı başında hareket ederler. Açık havada dolaşmayı çok severler. Çocuklar daha küçükken ata binmeyi, ok atmayı ve güreş tutmayı buluğ çağına gelmeden öğrenirler. Yorulacak kadar iş görmezler. İhtiyaçları azdır. Hiç acele ve telaş etmezler. Bir şey yapacaklarsa yarın derler, yarın dedikleri bir yıl sürebilir. Geçen her bir saatten azami zevk alırlar. Onlara heyecanlı mesajlar gelmez, televizyon izlemezler, gazeteleri de yoktur. Ne yetişilecek trenleri vardır, ne de geç kalınacak iş yerleri… Ne dar sokakları, sıkışık trafikleri, ne ödemesi gecikmiş banka kartları, ne de elektrik ve doğalgaz faturaları diye bir dertleri vardır. Sinir buhranı bilmedikleri bir şeydir. Batı toplumlarında olduğu gibi bazı ihtiyaçların, burada da olmasını ister misiniz denildiğinde, bu ihtiyaçlar başka memleketlerde iyi olabilir; fakat burada bizim bunlara ihtiyacımız yoktur. Biz böyle olduğumuz gibi mesuduz ve halimizden memnunuz derler. Hoton Türkleri, itibarlarına çok düşkündürler.

Bir atasözü der ki ; “muu amid yavsnaas ner turte-i sain ukh” (itibarlı ölmek itibarsız yaşamaktan daha iyidir),

bir diğer atasözü ise; “ner khugarsnaas yas khugar n’deer” (birinin gönlünü kıracağına bir kemik kır), der.

HOTON TÜRKLERİNDE AT

Hoton Türkleri, diğer Türk topluluklarında olduğu gibi At’a çok ehemmiyet verirler. Eski Türklerde olduğu gibi, Hoton Türklerinde de at yoldaştır, at arkadaştır, at kardeştir. Hoton Türkleri atı hem faydası, hem de güzelliği için severler. Her toplanmanın en mühim hadisesi at yarışlarıdır. Yeleleri ve kuyrukları dalgalanarak bir at sürüsünün yeşil ovalar üzerinde koşması onlar için en zevkli manzaradır. Tayların oynaşmasını seyretmek için erkek olsun, kadın olsun veya çocuk olsun her Hoton atını durdurur, seyre koyulur. Güzel bir at bir Hoton için bir şiirdir. İhtiyarlar gözleri parlayarak tanıdıkları atların kuvvetine, sür’atine, mukavemetine ve zekâsına dair hikâyeler anlatırlar. Meşhur atların hikâyeleri nesilden nesile naklolunur. Bu hikâyeler edebiyatı olmayan bir topluluğun folklordur. Hoton Türkleri, at’a hürmet eder ve ona fena muamele etmezler. Ona ağır yük vurmazlar. Hoton atlarının ayakları yere daha yakındır. Bir at’a veya köpeğe veya herhangi bir hayvana hiçbir zaman vurulmaz, eziyet edilmez; bu, bir dosta vurmak ve eziyet yapmak gibidir.

HOTON TÜRKLERİNDE MİSAFİR

Hoton Türklerinde, kim olursa olsun misafir daima iyi kabul görür. Ev sahibi nesi varsa misafirle memnuniyetle paylaşır; yiyeceğinin en iyisini, ger-çadırın en rahat yerini, sıcak sobanın en makbul köşesini ona ikram eder. Bir misafirin ger-çadıra girerken elindeki kırbacını dışarıda bırakması adettir. Kırbaçla içeri girmek hakaret sayılır. Otururken ateşe doğru ayak uzatmak aile, ocağına hakaret sayılır. Misafirin bağdaş kurup oturması lazımdır. Ev sahibi tarafından misafir en iyi yere oturtulur, dayanması için arkasına yastıklar konur ve sonra kımız veya çay ikram edilir. Eğer ev sahibi misafire ziyareti ile kendisine şeref vermiş olduğunu ifade etmek isterse, beyaz veya mavi bir ipek çevre üzerinde bir tas kımız ikram edilir. Gösteriş ve israfı hiç sevmezler. Genelde siyaset hiç konuşulmaz, siyasetle meşgul olmazlar. Ovalarında huzur ve sükûn içinde yaşarlar. Sık banyo yapmazlar, çok eskiden kalma bir itikat vardır.

İnanışlarında suyun kıt olduğundan olsa gerek. Balık pek sevmezler. Çocukları balık istediğinde bunu aile reisine hakaret sayarlar. Ev reisi çocuğuna niye ben sana et yedirmiyor muyum sen balık istiyorsun diye hiddetlenir. Büyük ölçüde beslenme alışkanlığını, et (koyun, keçi, sığır etleri) bolluğuyla belirleyici olmuştur. Nişastalı yemekler, pirinç, iştah açıcı ve hoş kokulu kökler, yeşillikler ve özellikle baş soğan, sarımsak ve patates için her geçen gün gelişen bir tat söz konusudur. Yazın süt çok bol olur. Kış için Hotonlar uzun süre dayanacak ürünler yaparlar. Bunlar arasında aruul (bir çeşit kurutulmuş küçük boyda ev peyniri), byaslag ve eezgü (ekşimiş sütten yapılan iki çeşit peynir), tsagan tos (sütün kaymağından yapılır) ve shar tos (eritilmiş tereyağı) vardır. Taze süt, ekseriyetle yağı alınmadan, çaya konarak içilir. Hoton Türkleri arasında bunlar çok üretilir ve tüketilir. Dikkat edilirse yedikleri ve içtiklerinin adı hep Moğolca olarak telaffuz edildi. Hatırlattığımızda iç çekerek, eski dilimizi kullanamaz olduk diye belirtirler.

HOTON TÜRKLERİNDE YAŞAM VE GİYİM KUŞAM

Moğolistan’da Hoton Türkleri, genelde hep geleneksel kıyafetleriyle dolaşırlar. Asırlardan beri, atalarından kalma, modası ve rengi değişmeyen bu kıyafetlerin, pek şekli de değişmez. Del-elbisenin boyu çizme ve ayakkabılarını kapatacak şekilde ve belleri kuşakla sıkıca bağlanmış kol kısımları elleri geçecek şekilde uzun, ayakkabı ve çizmelerin içi tüylü ve deri ’den yapılmış giysiler, soğuklardan koruyacak ve dayanıklı yaklaşık sekiz yüz yıldan beri bu giysilerin giyildiği rivayet edilir. Erkeklerin, kadınların ve çocukların, asil olsun avamdan olsun, elbiseleri hep aynıdır. At üzerinde hareketlerine mani olmamak için yandan yırtmaçlı bir del-entarinin altına pantolon ve gömlek giyerler. Erkekler ve evlenmemiş kızlar del-entariye ilaveten ceket, khurem, soğuk havalarda del’in-elbisenin üzerine giyilir. Erkekleri ise, bellerine ipek bir kuşak sararlar. Evli kadınlar del-entariyi bel kısmını boş bırakırlar.

Kalın deriden uzun çizmeler tercih edilir. Çizmelerin ucu sivri ve gökyüzüne doğru kıvrılmıştır. Bunun sebebini sorulduğunda, toprağa saygıdandır, derler. Ayakkabının özellikle çok temiz olmasına ehemmiyet verirler. Geleneksel botlar topuksuz ve uçları yukarı kalkıktır. Hoton Türklerinde moda hiç değişmez, bu sebeple bayram elbiseleri nesilden nesile intikal eder ve renkleri zaman geçtikçe daha güzel bir hal alır. Moğolistan’da Hoton Türklerinin dışında Kazaklar, Moğollar ve diğer kabileler hep aynı giysileri ve modelleri tercih ederler. Soğuklardan korunmak için olsa gerek. Yukarıda belirttiğimiz kıyafetler genelde kışın daha çok görülür. Yazları ise daha ince ve içinde rahat edebilecekleri giysiler tercih edilir.

HOTON TÜRKLERİNDE GER (ÇADIR-YURT-YUGAN)

Hoton Türkleri, Moğol coğrafyasında geleneksel kıyafetleri içinde kadın ve erkekleri rahatça dolaşırken görmek mümkündür. Türklerin Asya’daki nal izlerini doğanın cezbedici görüntülerini düşlettir insana, atların, develerin, koyunların ve göçebe kavimlerin özgürce dolaştıkları bu ülke, dünya da hiçbir yere benzemez. Hoton Türkleri, çok yufka yürekliler, insanlara yardımseverliğiyle bilinirler, zor doğa şartları ve çetin geçen yaşam biçimleri onları şüphesiz yardım sever ve yufka yürekli kılmıştır.Hoton Türklerinin, çok eskilerde geleneksel evi, bizim Anadolu’daki eski evlere benzeyen, saman ve çamurla yapılan alçak binalarda yaşadığı belirtilmekte olup,günümüzde ise, “ger” adını verdikleri çadırlarda özgürce yaşarlar.

Moğolların ve Hoton Türklerinin, ger adını verdikleri, ahşap iskeletli, keçe ve çadır bezinden, katlanabilir yuvarlak ger-çadırlarına güvenmişlerdir. Bunlar hafif, kurulması kolay, kışın sıcak ve yazın da esintiyi almak için kolaylıkla açılabilen ger-çadırlardır.

Ger’de Yaşam

Hoton Türkleri, bozkırda Ger adını verdikleri çadırlarda yaşarlar. Göçebe hayatın başkent dışında devam ettiği bozkırda, yaşamlarını devam ettirebilmek için mevsimsel göçe ihtiyaç duyulur. Bölgede bitki örtüsü orman türü değildir. Kara iklimi hâkim olup, yazların ve kışların sıcaklık farkı oldukça fazladır. Hoton Türklerinin çadırları (Ger)’ini, yüzyılların iklim şartları oluşturmuştur. Bunlar ahşap ince iskeletli, çapraz örülür, çadır bezi en az sekiz santimli keçeden muhkem açılıp kapanabilme özelliği olan hafif yuvarlak, üstü soba borusunun takılabileceği yazın sıcağa kışın soğuğa karşı dayanıklı tasarlanmıştır.

Ger-çadırlarında hayatın zaruri ihtiyaçları için lazım olan şeylerden başka bir şey bulunmadığı ve burada yaşayan insanların yiyecekleri çok basit olduğu için kadının işleri pek az zaman alır. Kışın kurutulmuş et ve patates ağırlıklı, yazın ise süt ve peynirden başka bir şey yemedikleri cihetle iş büsbütün azalır. Hoton Türklerinin en sevdiği şey kısrak sütünden yaptıkları Kımız’dır. Kımız, en çok tüketilen içkidir. Kımız yalnız harareti teskin etmekle kalmaz, açlığı da giderir. Kımız, kısrak sütünü bir tuluma doldurup birkaç gün güneşe asmakla yapılır. Sütü bir günde birkaç defa karıştırmak lazımdır. Ger- çadıra girişte masa üzerinde ağzı açık bir kapta Kımız, sürekli bulunur her içeri girişte kepçeyle karıştırılır.

Hoton Türklerinde Çay

Kımız dışında, Hoton Türklerinin, sevdiği bir şey de çaydır. Çay kaynar sütün içine atılır ve bir tutam tuz ile bir parça da tereyağı ilave edilir. İnsan alışırsa pek lezzetli bir şeydir. Tuhaftır ki, Hoton Türkleri, çayı tuzla pişirdikleri halde et yemeklerine asla tuz koymazlar. Ger-çadırların içi fevkalade derli topludur. Ger-çadır tabanı yerden 10-15 santim yüksektedir. Taban keçeyle kaplanmış olup, post ve minderler serilidir. Dışarıdaki gürültüler bu ger-çadırların içinden işitilmez. Kışın ortada bir kalın sacdan soba vardır ve ayrıca küçük de bir mangal bulundurulur. Ger-çadır önünde çakılı iki direk bulunur. Bu direklere atlar bağlanır. Gündüz daima eyerli iki at hazır bulunur. Hoton kadını ve erkeği veya çocuğu yüz adım ötedeki çadıra veya su kuyusuna bile gitmek için yürümez atın sırtına atlayıverirler.

Ger-çadırda diğer Türk boylarında olduğu gibi kapı eşiğine basılmaz, basılması uğursuzluk sayılır. Kapının eşiğine bilerek basan kişi ev sahibini çiğnemiş, ona hakaret etmiş sayılır. Ger-çadır kapıları genelde boyalı ve açık renk olur, mavi ve turkuaz rengi en çok benimsenen renktir. Ger-çadıra misafir olarak gelen bir yabancının ger-çadır kapısını çalması görgüsüzlük olarak algılanır. Misafir ev sahibine geldiğini bildirmek için “Nohoi hori” köpeği tut diye bağırır veya hızlı bir şekilde öksürür. Böylece gere-çadıra girebilmek için müsaade istediğini anlatmış olur. Dışarıdan ger-çadıra yemek davetine gelen misafirlerin içinde yaşça veya makamca büyük olan misafire bir bıçak verilir. Genelde misafir için statüsüne göre at, yak, yâda koyun kesilir. Bu misafir sofraya gelen etin kaburga kemiğini eline alır, sofrada bulunanlara birer parça et keserek ikram eder. Kemikte hiç et kalmaz, cebinden çıkardığı bir miktar kâğıt parayı bu kemiğe sararak ger-çadırın tahtasının arasına sıkıştırır bu evin sahibine katkı amacıyla yapılan kibarca bir yardımdır. Moğolistan’da demir para kullanılmamaktadır.

Ger(Çadır)’de Yerleşim

Yerleşim belirli kurallar içinde yapılıyor. Ger-çadırın kapısı, her zaman güneye, sert kuzey rüzgârlarından uzağa bakıyor. “Ger” ’in sol kanadı erkeklere ait. Kımız (airag) çalkalama torbası, eyer sehpası, bir yatak ve bir iki de erzak sandığı buradadır. Misafirler içeriye soldan girerler ve çadırın yarısını kat edip köşede kendilerine ayrılmış taburelere oturmadan önce genelde durup kımızı karıştırırlar. Çoğu “ger ”de beklenmedik misafirler için, içinde genelde peynir ile tuzlu ve sütlü Moğol çayı ya da votka olan bir misafir tabağı bulunur.Hoton Türkleri de diğer Türk topluluklarında olduğu gibi dokuz rakamı kutsaldır. Ayrıca salı gününü uğursuz sayarlar. Önemli işlerini salıya bırakmazlar. Salı günü uzun yolculuğa çıkmazlar. Salı günü ev süpürülmez. Salı günü önemli işlerine başlamazlar.

TÜRKLER VE MOĞOLLAR

Moğolistan, Türk tarihi ve kültürü açısından çok önemli ülkelerden biridir. Kadim Türk devletlerinin bu coğrafyada kurulmuş olması, Türk dili ve kültürüne ait yazıt, heykel ve kaya resimleri ile kültürel unsurların bulunuyor olması Moğolistan’ı Türk tarihi için önemli kılmaktadır.Türklerin tarih sahnesine ilk defa çıktığı en eski ata yurduna ve bilinen en eski yazılı kaynaklarına ev sahipliği yapan Moğolistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler tarih boyu hiç kesilmemiştir. Uçsuz bucaksız Moğolistan topraklarından da geçen ve Anadolu’ya kadar uzanan tarihi İpek Yolu, birbirinden mesafe olarak çok uzak bu iki kardeş ülke ve halklar arasındaki ilişkilerin devamına da vesile olmuştur. Bugün de bu ilişkiler aradaki mesafenin uzaklığına bakılmaksızın bütün sıcaklığı ile hala muhafaza edilmektedir.

Türk ve Moğol milletleri arasındaki tarihî ve kültürel bağlar, bilinen tarihin en eski dönemlerine kadar uzanmaktadır. Türk-Moğol siyasî birlikteliğinin bilinen ilk örneği Büyük Hun İmparatorluğu’dur. Kendilerine dair ilk bilgileri M.Ö. 4. Yüzyıla ait Çince kaynaklardan aldığımız Büyük Hun İmparatorluğu’nda Türk kökenli kabilelerin yanında önemli miktarda Moğol asıllı kabilenin de varlığını biliyoruz. Hatta meşhur Çin Seddi’nin ilk bölümleri M.Ö. 214 yılında Türk-Moğol siyasî birliğine yani Büyük Hun İmparatorluğu’na karşı inşa edilmeye başlanmıştır. Yine bu dönemde iki müttefik milletin birlikte oluşturduğu “Devlet Geleneği” ve “Bozkır Kültürü” de daha sonra kurulacak olan Avrupa Hunları, Göktürk ve Uygur Kağanlıkları’nın yanı sıra, Cengiz Han liderliğinde Moğol birliğinin sağlanması neticesinde ortaya çıkan Moğol İmparatorluğu ile devam edecektir.

Moğol Hükümranlığında

Moğollar bozkırın mirasını devraldılar. Hunların, Göktürklerin ve Uygurların kurduğu göçebe imparatorlukların mirasçısıydılar. Cengiz Han, İmparatorluğun merkezi olarak Hunların ve Göktürklerin Ötüken’ini seçmesi bir tesadüf olmasa gerek, Moğollar 13. Yüzyılda bozkır kavimlerinin birliğini sağladılar. Cengiz Han, öncelikle Moğolistan’daki kabileleri birleştirdi. Moğolların birleşmesiyle yetinmeyip imparatorluğa giden yolun açılması da gerekiyordu, Cengiz Han’ın Moğolların tek hâkimi haline gelmesini, ilk olarak Öngütlerce, istenmeyen ancak bunu başaramayan bu halklar, Moğollara katıldılar. Katılan belli başlı halklar ise, Naymanlar, Merkitler, Uygurlar, Tatarlar, Keraitler ve diğer Moğol kabileleri. Özellikle Uygurların katılımı, Cengiz Han, devletinin kaderini belirledi.

Harezm seferine çıkan Cengiz Han karşısında Türklerden kurulu ordular buldu. Bu ordular ve bağlı olduğu devletler Karahıtaylar, Harezmşahlar ve Kıpçaklar ortadan kaldırıldığında, Türk halkları kitleler halinde imparatorluğa katıldı. Türkler de aynen Moğollar gibi “yeryüzünde tek bir hükümdar” olması gerektiğine inanıyordu ve her iki halk yüzyıllardır ortak bir yaşam sürüyordu. Daha önceki İmparatorluklarda yönetenler Türklerdi, şimdi bu konumu Moğolların elde etmiş olması bir şey değiştirmiyordu. İki Türk boyu arasındaki mesafe, bir Türk boyuyla bir Moğol boyu arasındaki mesafeden çok daha fazla değildi. Mağlup edilen Türk halklarının, Cengiz Han devletini kendi devletleri gibi benimseyip Moğollarla birlikte seferden sefere koşmaları bunun kanıtıydı.

Eğer Cengiz Han, Karpatlar’dan Çin Seddi’ne uzanan bu engin coğrafyayı kolayca fethedebildiyse, bunu Türk-Moğol birleşmesine borçluydu. Bu birleşme öylesine güçlüdür ki, herkes bunların tek bir ulus olduğunu düşünmektedir. Öyle ki, o devrin tarihçilerinden Nasreddin Tüsi, “Moğollar bir Türk boyudur” diye yazıyor. Reşidüddin ise Moğollarla Türklerin aynı olmadığını, “aralarında birçok farklılık” olduğunu belirtiyor ama yinede Moğolları, “Türklerin bir sınıfı” sayıyor. Jean-Paul Roux, imparatorlukta bir Moğol’a karşılık yedi Türk oranının geçerli olabileceğini vurguluyor. Bu durum ordu içinde geçerliydi. Cengiz Han’ın savaşçılarının çoğu Türk’tü, Cengiz Han’ın ordu düzeni ve orduyu örgütleyişi, (Mo-tun), Mete Han’dan alınma idi. Cengiz Han, Göktürklerin de uyguladığı devlet ve ordu özelliklerini aynen devam ettirdi.

Sonuç

Moğolistan, Türk tarihi ve kültürü açısından çok önemli ülkelerden biridir. Tarihte kurulan Türk İmparatorlukları ve Türk devletlerinin bu coğrafyada kurulmuş olması; Türk dili ve kültürüne ait eserlerinin ve kültürel unsurların burada bulunuyor olması gibi sebepler, Moğolistan’ı Türkiye için çok önemli kılmaktadır. Ayrıca, bugün yine bu topraklarda yaşayan Türk kökenli toplulukların da hâlâ eski kültürel yaşamlarını sürdürüyor olmaları, eski Türk yaşamını araştırmaya çalışanlar için büyük bir nimet, Moğolistan coğrafyası ise günümüze kadar muhafaza ettiği eserlerle Türklük ve Türkler için araştırılmaya değer büyük bir fırsattır.

Hoton Türkleri, Moğolistan Türk kültür bölgesi halklarından olup, kaybolmaya yüz tutmuş Türk topluluklarındandır. Uygurlardan günümüze kadar varlığını devam ettirmiş olan nadir Türk topluluğudur. Şamanizm açısından da önemli kaynak niteliğinde bir Türk topluluğudur. Moğol topraklarında yaşamış eski göçebe toplulukların, yapılacak kazı ve araştırmalarda, yaşam biçimleri, tarih ve kültür mirasları arkeolojik kazı çalışmaları sonuçları ortaya konulduğunda şüphesiz Hun, Uygur, Göktük, Moğol kavim ve topluluklarının tarihi derinliği açığa çıktığında Hotun Türkleriyle ilgili karanlıkta kalmış bilgiler de gün yüzüne çıkacaktır.[/vc_column_text][/vc_column][vc_column width=”1/6″][/vc_column][/vc_row]

MogolistanSusuzluk-OneCikan
BlogKültürelMoğolistan

Moğolistan’da Su ve Suya Erişim

Su … İnsanlar yaklaşık iki yıldır başkentin batısında suya erişip onu korumak için kürek sallıyor. Khanunghanın’ın komşuları kuyudan yavaşça aşağı kısma iniyor. Hayatları Buzlaşmış toprak ve tortunun arasından çıkacak suya bağlı olan ailesi ve diğer üç kişi için suyu durduruyor. İstikrarlı ve sağlıklı bir kaynak tesis etmek Khanunghan’ın en büyük kaygısı.

Bu bölgede çok az hane borulanmış içme suyuna sahip. Çoğu aile kendi suyunu kendi çıkarmak zorunda. Kendilerine ait bir kuyu kazmaları ve kalıcı hale getirmeleri ya da genel hatta dahil olmak için istasyon kurmaları gerek.

“Biz sadece oturup hükümetin bize yardım etmesini bekleyemeyiz” diyor Khuangan. “Biz kendi hayatımızı devam ettirmekten sorumluyuz. Bunu çok iyi anlıyoruz. Fakat biz ne kadar çok çaba sarf edersek edelim hayat standartlarımızı çok fazla ileriye taşımak mümkün olmuyor.”

Daha Yaşanabilir Bir Hayat İçin Güvenli Su

Bu sıkıntı bütün taşra Moğolistan‘ın genel problemi, bu bölgedeki sadece 5 evden 1’i sağlıklı su erişimini sağlayabiliyor, kentsel alanlarda ise %62.  %5 ten daha az kırsal  ev yeterli sağlık önlemlerine sahip. Sonuç olarak her yıl 5 yaşın altında binlerce çocuk sık sık ishal oluyor ve yüzlercesi hepatit a ya yakalanıyor. Moğol ailelerin çoğunda, Aileye su getirme sorumluluğu çocukların omuzlarında. 2004 yılında yapılan bir Birleşmiş Milletler anketine göre her üç ülkeden birinde çocuklar suya ulaşmak için 3 yada 4 saat harcıyor.

Kış aylarında donmuş nehirlere ve kuyular için cesur olmalılar. Su bidonlarını uzun mesafeler boyunca çekmek zorundalar. Birçok çocuk bu günlük görevlerini yerine getirmek için okula gidemiyor fakat su taşıma işinin onlar ve aileleri için ne kadar önemli olduğunun farkındalar.

Cimkent-OneCikan
BlogKazakistanKültürelTarihi

Orta Asya’da Yaşayan Tarih; Çimkent

Kazakistan’daki çok nüfuslu bölgelerden olup,  Türkistan Eyaletinin önemli şehirlerinden biridir. Çimkent – Kazakistan’ın nüfusu bir milyona ulaşan şehirleri listesindedir. Almatı’nın 690 km. batısında ve Taşkent’in 120 km. kuzeyinde bulunur.

Sirderya nehrinin kolu Arısa dökülen Badam nehri üzerinde, Aladağın güney batısındaki vadide, denizden 512 m. yüksekliktedir. Çimkent hakkında ilk tarihi bilğiler Nizamüddin Şami’nin ‘Zafername’ eserinde ‘Çikend’ şeklinde kaydedilir ve Sayram yakınlarında küçük bir köy olduğu belirtilir.

XVI ve XVII. Yüzyıllarda kaynaklarda yine büyük bir köy ve kale olarak geçen Çimkent, 1700 yıllarda Hokand Hanlığının kurulması ile beraber gelişmeye başladı. Zamanla bir kültür şehri olma özelliği kazanarak XIX. Yüzyılın ilk yarısında medreseler ve kütüphaneler şehri haline geldi ve Türkistan’ın önemli merkezlerinden biri oldu.

Sayram:

Türkistan eyaletinin en eski tarihi yerleşim merkezlerinden. Tarihi ismi İsficab, Beyza olan kent şu anda Türkistan eyaletinin Sayram Su nehri kıyısında yerleşik, ilçelerinden biridir. Sayram – Maveraünnehir bölgesinin en eski yerleşim yeridir. Tarihte Kazakistan bölgesinde ilk Cami burada yapılmıştır.

Tarihçi Reşideddin Fazlullah Hemedani (1247 – 1318) Sayram hakkında kırk kapılı büyük bir şehir olduğunu ve şehri bir ucundan diğer ucuna geçmek bir günlük mesafe oldugunu yazmıştır.

Mahmud Kaşgari ‘Divan Lugatit-Türk’ eserinde ‘Sayram Türkçe bir kelime olup, topuktan yukarı çıkmayan sığ bir su demektir. Sayramlanmak – sığ bir hal almak, suyun çekilmesi, suyun azalması anlamına gelir’ der. Nizam-ül Mülkün (Selçüklü verzir) yazdığına göre, Harun Reşid zamanında Sayram’da, bir rabat inşa ettirilmiş ve şehrin ticari hayatına canlılık kazandırılmıştı.

Sayram İpek yolu üzerinde önemli bir ticaret ve kültür şehri olmuştur. Taraz ile birlikte İslami külliyelerin en çok bulunduğu şehirlerden biridir. Ancak bölgedeki diğer şehirler gibi Moğol istilasında harabe haline gelmiştir. Eski şehrin üzerine kurulan bugünkü Sayram kasabasında dağınık şekilde birkaç türbe kalmıştır.

Abdülaziz Baba Türbesi:

İçerisinde türbe ve mescidden meydana gelen küçük bir külliyedir. Türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Büyüklüğü 11 x 6 m. yüksekliği 10 m.’dir. Türbe ilk yapımı IX.yüzyıla aittir. Zamanla birçok defa tamir edilegelmiştir. Şu andaki şekli XVI.yüzyılda Navrüz Ahmed Han (Barak Han) tarafından restöre edilmiştir.

Abdülaziz Baba hakkında yeterli bir malumat bulunmamakta, 766-771 yıllar arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. İsficab’ta ilk İslamı kabul eden ve mahalli halkı dine davet eden, İslama büyük hizmetleri olan zat olarak bilinir. Türkistan lehçesinde ‘Baba’ büyük zatlara nisbeten hürmet ifadesi olarak kullanılır.

Hoca Ahmed Yesevi (k.s.) 13. Ecdadı olan İshak Baba 766 yılında İslam askerleri ile İsficab şehrini feth ettiğinde, ordusunun alemdarı (bayraktar) Abdülaziz Baba isimli zat olduğu bazı kaynaklarda kayıtlıdır. İnsanlara sıkıntılı ve zor durumlarda yardım ettiğinden, doğru yol gösterdiğinden ‘Belagerdan’ ismi ile meşhur olmuştur.

İbrahim Ata Türbesi:

XI. Yüzyıla inşa edilen bu türbe – Hoca Ahmed Yesevinin (k.s.) babası İbrahim Şeyih’a aittir. Türbe tuğladan, 7 × 7 m. Büyüklüğünde olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür.

Hoca Ahmed Yesevi (k.s.) soyu Hz. Ali’nin (k.v.) oğlu  Muhammed Hanefiyye’ye dayanır. Mübarek nesebi şöyledir: Hoca Ahmed Yesevi (k.s.) b. Şeyih İbrahim b. Şeyh İlyas b. Şeyh Mahmud b. İftihar b. Şeyh Muhammed b. Şeyh Ömer b. Şeyh Osman b. Şeyh Hasan b. Şeyh İsmail b. Şeyh Musa b. Şeyh Mümin b. Şeyh Harun b. İshak b. Abdürrahman b. Abdülkahhar b. Abdülcebbar b. Abdülfettah b. Muhammed Hanefiyye b. Hz. Ali (k.v.).

Karaşaş Ana Türbesi:

Hoca Ahmed Yesevi’nin (k.s.) annesi Ayşe Hanım için inşa edilmiştir. XI-XII. yüzyıllara tarihlerinde yapıldığı tahmin edilen türbe dikdörtgen şeklinde olup, tek kubbelidir.

TayKazan-OneCikan
BlogKazakistanKültürelTarihi

Tay Kazan

Güney Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunan Ahmed Yesevi (k.s.) türbesi 1396 – 1399 yıllar arasından Emir Timur tarafından yaptırılmıştır. Türbenin yapımı tamamlandıktan sonra Emir Timur türbe için bir çok hayır eserleri ve vakıflar tayin ederek Ahmed Yesevi ’ye (k.s.) olan sevgi ve saygısını bir daha göstermiş.

Emir Timur tarafından türbeye hediye edilen eşyalar arasında yedi adet “Şamdanlık” denilen kıymetli kandiller bulunur. “Tay Kazan” (Büyük kazan) diye meşhur olan bronzdan yapılan büyük kazan da bugüne kadar muhafaza edilen tarihi eserlerdendir.

Türbe içerisine girişte bulunan en büyük oda “Kazanhane” denir. Yapımından itibaren, son dönemlere kadar burada Tay Kazan bulunduğunda bu salona Kazanhane ismi verilmiştir.

Tay Kazan 1399 yılında Karnak kentinde Usta Abdülaziz b. Usta Şerafüddin Tebrizi tarafından yapılmıştır. Yedi ayrı metalin karışımından dökülmüş olan Tay Kazan, yaklaşık 2 ton ağırlığında, 2,4 metre genişliğinde, 1,6 metre yüksekliğine, 3 bin litre su alma kapasitesine sahiptir.

Tay Kazan Üzerindeki İşlemeler

Kazanın üstünde üç sıra Arapça sülüs ve küfi hatları ile yazılmış yazılar vardır. Yazılar ilk ve üçüncü sırada 18 cm, ikinci sırada 12 cm yüksekliğinde çerçeve içine yazılmıştır.Birinci sırada:

Tay Kazan’ın üst kısmına sülüs hattı ile Tevbe süresinin 19. Ayeti Kerime’sinin bir kısmı yazılmıştır.

(قال الله تبارك و تعالى اجعلتم سقايه الحاج و عمارة المسجد الحرام الاية)

Meali: Siz hacılara su dağıtma ve Mescid-i Haram’ı imar etme işiyle (Allah’a ve ahiret gününe iman edip; Allah yolunda cihad edenlerin yaptığı işi bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında eşit olamazlar. Allah zalimler topluluğuna hidayet ihsan etmez.)

Bu Ayeti Kerime’nin devamında şu Hadisi Şerif yazılı:

(و قال عليه السلام من بنى سقاية فى سبيل الله تعالى بنى الله تعالى له حوضا فى الجنة)

Manası: Bir kimse Allah rızası için, sulama kabı (kuyu) bina ederse Allah Teala o kimse için cennette havuz bina eder.

Devamında şu cümle yazılıdır:

امربعمارة هذه السقاية الامير الاعظم مالك رقاب الامم المختص بعناية الملك الرحمن امير تيمور كوركان اخلد الله تعالى ملكه لأجل روضة شيخ الإسلام سلطان المشايخ فى العالم شيخ احمد اليسوى قدس الله روحه العزيز فى سنة العشرين من شوال احدى وثمانمأة

Manası: Bu sikayeyi Emir-i Azam, Rahman olan Allah’ın inayeti ile ümmetlerin Padişahı olan Emir Timur Küregan Şeyhülislam, Sultan-ül Meşayih, Şeyh Ahmed Yesevi (k.s.) ravzası için yapmayı emretti. 20 Şevval, 801. (25 Haziran, 1399).;

İkinci sırada:

Kazanın kulpları arasında 20 adet çerçeve bulunmakta olup, onların ikisinin içerisinde kazanı yapan ustanın adı yazılıdır. On çerçeve içerisine ise “Hayırlı Olsun” anlamına gelen farsça “Mübarek bad” cümlesi yazılıdır. Bu on adet çerçevedeki “Mübarek bad” yazısının bir tanesi ters yazılmıştır ki, bu aslında bir hata değildir. İslam mimari ve sanat ustaları tarafından sıkça kullanılan bir usuldür. Yani sanat eserini yapan usta yapmış olduğu eserlerinde kusursuzluk “Allah ile yarışmak, kusursuz eser yaratmak” anlamına geleceği için, aczini ifade ve Allah’ın büyüklüğünü itiraf için eserinin bir yerinde, şuurlu olarak “hata” veya “eksik” yapar.  Burada da “Mübarek bad” cümlesinin ters yazılmasını, kazanı yapan ustanın ‘aczini ifade etmesi’ olarak kabul etmek gerekir.

Üçüncü sırada:

Küfi hat ile “ela el-mülkü lillah” cümlesi 22 defa tekrar yazılmıştır.

Tay Kazan Niçin Yaptırıldı?

Emir Timur Ahmed Yesevi (k.s.) türbesi için niye aynen Kazan yaptırmayı emretti? Kazan yaptırmanın sırrı ne? Bu gibi soruları kısaca şöyle yanıtlayabiliriz: Türbeler için Kazan yapma tarihi eski dönemlere kadar dayanır. Önceleri Türki kabilelerde kabile reisler ve savaşlarda kahramanlık gösteren askerlerin, alimlerin (biliğ), önde gelen insanların kabirleri yanına kazan koyma geleneği mevcuttu. Bu hayırlı adeti sonraki dönemlerde de devam edildi. Hatta şimdi de bir çok zatların kabir ve türbelerine konulmuş çeşitli kazanları görebiliriz.

Böyle meşhur kimselerin kabirlerine veya türbelerine kazan koyma geleneğinin temelinde bu kimselerin vaktiyle insanların ve milletin maddi veya manevi birliğini temin etmiş büyük zatlar olduğuna işaret vardır.

Ahmed Yesevi (k.s.) türbesine Tay Kazan ’ın yapılmasında da Ahmed Yesevi (k.s.) büyük zat olduğuna, buraya ziyarete gelenler onun manevi ruhaniyetinden istifade edeceklerine işaret edilmiştir.

Bu kazanların diğer ismi de sunak veya sıylık kazanlarıdır ki; insanlar odak ve sadakalarını bu kazanların içerisine koyarlar, toplanan bu sadakaları ihtiyaç sahiplerine, medrese ve hanekah dervişlerine paylaştırarak verilirmiş.

Tarihte kazan birliğin, hayır ve bereketin sembolü olmuş, bundan dolayı büyük zatların kabir ve türbeleri yakınına kazan konularak oraya gelen ziyaretçilere önemli mesajlar verilmiştir.

AtinEvcillestirilmesi-OneCikan
BlogKültürelTarihi

At ve Türklerin Atı Evcilleştirmesi

Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türkler’in yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştiridiğini, Türkler’in yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türkler’in öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü” nde görülmektedir. Bozkır Kültüründe rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik-köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültüründe duyulacağı açıktır. Bozkır Kültüründe, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türkler’in çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı” nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.

Atın Evcilleştirilmesi Dünya Tarihinde Sıçramadır

Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeye geçek ilk ırk Türkler’dir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollar’da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türkler’le birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türkler’in siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız’ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sadece Gök Türk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir.

Tarihi Çin Belgelerinde Türk Atları

Çin belgelerine göre, Hun Türkleri’nden önce Çin’in kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türkler’le ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü’nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına “Kan Terleyen Atlar” adı verilirdi.

Bozkır Türk’ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşünmüştür. Asya’daki en eski atlı defin, Andronovo Kültüründe görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültüründen dünyaya yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türkleri’nce de Germen ve Islav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında Gök-Türk orduları başkomutanı Kül Tigin’in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan beri Türkçe’de “at” olarak söylenen sözcük, Asya Hunlarının evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ’ki Çin kaynağı Shi-Ch’i’de -Çin ağzına uydurularak- k’utti, k’uai-t’i olarak belirtilmektedir. Çince kaynak bu Hun’ca sözün anlamını “daima büyük bir güç ile sıçramaya istekli” diye açıklamıştır. Türkçe’de “at” sözcüğünden türemiş atım, atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır.

Anadolu’da At Kültürü

Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliğinin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb. Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.

Tek tırnaklılar takımının, Atgiller familyasından bir memeli. Erkeğine aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, yumurtaları çıkarılmış, iğdiş edilmiş olana da beygir denir. Hepsine genelde at adı verilir. Arabide binek ve yük hayvanı olan ata; dabbe, matiyye, semend, tusen-i sütur denir. Cenk atına da rahş denir. Hepsi otla beslenir. Geviş getirmezler. Memeleri kasık bölgesinde arka ayaklarına yakındır. Üçüncü parmakları geniş bir tırnakla çevrilmiş olup “ toynak adını alır. Bunun üzerine basarak yürürler. İnsanlara hizmet eden hayvanların en kabiliyetlisi ve kıymetlisidir. İnsanların, eski harp meydanlarındaki yardımcısı, yük taşımada hizmetçisi, yarış, cirit, çit atlama ve av sporlarında neşe ve zevk ortağıdır. Silah gürültüsüne ve bando sesine rahatlıkla alışır. At, cesur ve atılgan olduğu gibi sahibine son derece itaatkardır. Sahibi dilerse dolu dizgin, dörtnala koşar, isterse aheste yürür, isterse durur. Her durumda sahibini memnun etmeye dikkat eder. Yorgunluğa bakmaksızın kendini çatlatmak pahasına da olsa olanca gayret ve kuvvetini itaat uğruna sarf eder. Bugün Amerikan bozkırlarında yaşayan Mustang adıyla anılan vahşi atlar, İspanyolların Amerika’ya götürdükleri ehli atlardan kaçanlardan yabanileşenlerdir. Az yiyecekle yetinip, her türlü iklim şartlarına dayanırlar.

Dünyada Bilinen Vahşi Atlar

Tarpan adıyla anılan Avrupa yaban atının (E. caballus gmelini) 1876’dan beri nesli tükendi. Bugün eski dünyada hala neslini devam ettiren yalnız bir yaban atı vardır. Bu at Orta Asya Moğolistanının soğuk ve ıssız ovalarında yaşar. Asya yaban atı veya Prezevalski dendiği gibi Moğolistan yaban atı da denir. Altay dağlarının her iki yanında yaşar. Siyah kısa ve dik yeleleri ile, ağır ve iri başları, küçük kulakları, uzun kıllı kuyrukları ile evcil atlardan farklılık gösterirler. Renkleri kırmızımtrak kahverengi olup çekici bir görünüşleri vardır. Burun kısımları beyazdır. Kışın kılları uzayarak soğuktan korunurlar.

Evcil atlar: Tahminen 4000 seneden beri insanlara hizmet etmektedir. Bugünkü modern atların Asya yaban atından türediği şüphelidir. Bazı zoologlar Avrupa yaban atından türediğini ileri sürmektedirler. Evcilleştirilmiş atların birçok soyları vardır. Bugün küçük Midilli atları ile Safkan Arap atlarının soy kütüğü kesin olarak bilinmemektedir. Atlar 20-30 sene yaşar, bazı kısraklar 15 yaşına kadar doğurur. On bir ay gebe kalır ve genellikle bir yavru doğururlar. Yavrunun gözleri açık olarak doğar ve birkaç dakika sonra ayağa kalkarak annesini takibe başlar. Yük çekme ve taşıma atları, kalın bacaklı, iri cüsselidir. Binek ve yarış atları ince uzun bacaklıdır. Atlar arasında haset yok ise de, birbirlerine gıpta etmek huyları vardır. Bu da yarışta, hendek ve çit atlamada kendini gösterir. Birbirlerine imrenerek daha hızlı koşup öne geçmek isterler. Saatte 60-70 km hızla koşanları vardır. Atların tüy renkleri çeşitli olup, renklerine göre çeşitli isimler alırlar. En tanınmışları: Ak, akçıl, kır, al, alakı, geyik kırı, çil yeşil, al pekmez köpüğü, doru, hurma dorusu vs.’dir. Erkek eşek ile kısrak eşleştirilirse katır elde edilir. Aygır (erkek at) ile dişi eşeğin birleşmesinden de barda denen katır çeşidi elde edilir. Her iki melez de üremezler. Katır, bardadan daha dayanıklıdır.

At Çeşitleri

Arap atı

Çok dayanıklı mükemmel bir binek ve yarış atıdır. Arabistana geçen Orta Asya ve Anadolu Türk atlarından türemiştir. İngiliz atlarından daha dayanıklı olup, 24-28 saat hiç su içmeden yol alabilir.

İngiliz atı

İyi bir binek ve yarış atıdır. Özellikle yarış için yetiştirilir. Arap aygırı ile İngiliz yerli kısraklarının çiftleştirilmesinden türetilmiş bir soydur. Arab atından daha uzun bacaklıdır.

Akhal Teke

Hiç bir at cinsinde görünmeyen özelliklere sahiptir, güçlü ve dayanıklı iri badem gözlü uzun boyunlu dik kulaklı hiçbir atta görünmeyen renk değişikliğine sahiptir.

Midilli atı

Küçük, sakin ve dayanıklı bir at çeşididir. Keçi veya koç iriliğindedir. Çocuklar için iyi bir binek hayvanıdır. Hafif gezinti arabalarına koşulduğu gibi maden ocaklarında da istifade edilir. Shetland, İzlanda ve Norveç midillileri meşhurdur.

At yetiştiriciliği: Asya, Avustralya ve Amerikadaki geniş bozkırlarda hâlâ vahşi at sürüleri yaşamaktadır. Evcil atlar haralarda yetiştirilir. Ülkemizde ilk hara 1913’te Aziziye’de kuruldu. Türkiye’nin ilk modern harası ise 1924’te açılan Karacabey harasıdır. Atın evcilleşmesi Przewalski atı (Equus ferus przewalskii) olarak tanınan Moğol kirtag, bugün yaşayan tek vahşi attır.

Peki ya At evcilleştirilmese ne olurdu?

Dukha-OneCikan
KültürelMoğolistanTarihi

Moğolistan’da Dukha Türkleri

Geniş coğrafyasına rağmen seyrek nüfuslu bir ülke olan Moğolistan soğukla mücadele etmeyi biliyor. Şehirlerde yaşam biraz çileli olsa da kırsal kesimde insanlar doğayla iç içe… Ülkenin en küçük etnik grubunu oluşturan Dukha Türkleri’nin yaşam kaynağı ise çok ilginç: Ren geyikleri…

Yüz ölçümü Türkiye’nin iki katı olan ülkede sadece 3 milyon kişi yaşıyor. Nüfusun yarısı da dünyanın en soğuk başkenti olan Ulanbatur’da yaşamakta. Başkentte yaşayanlar şehrin stresi, hava kirliliği, trafikle boğuşurken, onlardan yaklaşık 1000 kilometre kuzeyde küçük bir topluluk, zorlu doğa şartlarında yaşam mücadelesi veriyor. Moğolistan’ın en küçük etnik topluluğu Dukha Türkleri…Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin olan Orhun Yazıtlarına ev sahipliği yapan Moğolistan, 600 kişilik Dukha Türklerinin de vatanı. Dukha Türkleri, ülkenin kuzeyindeki Huvsgul vilayetindeki Tsaagaannur’da yaşıyor. Vilayetin merkezi Mörön’ün girişinde, iki Ren geyiğinin bulunduğu bir tak sizi karşılıyor. 55 aileden oluşan 220 kişi taygalarda yaşamını sürdürüyor. Diğerleri ise kasabada yaşıyor. Hava sıcaklığı kış aylarında -30, -50 dereceleri buluyor. Ren geyiği yetiştiren ve onlarla birlikte yaşayan Dukha Türkleri’ne Moğolların verdiği isim ise geyik çobanı anlamındaki ‘Tsaatan’. Dukha Türkleri, Moğolistan’daki iki şamanist topluluktan biri. Unutulmaya yüz tutan Dukhacayı daha çok yaşlılar konuşuyor, gençler ise Moğolca konuşuyor. Dukha Türklerinin yaşam kaynağı Ren geyikleri. Sert kış koşullarına dayanıklı ren geyikleri onların yoldaşı olmuş. Ren geyiklerinden elde ettikleri ürünleri kullanıyorlar. Sütünden peynir yapıyorlar, boynuzlarından hediyelik eşya, derisinden de kışlık çizmeler… En son aşamada ise etini yiyorlar.

Dukha Türklerinin Bahar Umudu

Dukhalar, Ren geyiklerini turizmde de kullanıyor. Özellikle Avrupalı ve Amerikalı turistler taygalara gelerek, bir süre onların çadırlarında yaşıyor, geyik sağıyor. Yılda dört kez göç eden Dukha Türklerinin toplam bin 600 Ren geyiği bulunuyor. 100’den fazla Ren geyiğini iki veya üç kişi güdebiliyor. Dukha Türkleri, TİKA tarafından temin edilen 19 damızlık geyik sayesinde yeni bir geyik ırkı yetiştirecek. Tuva Özerk Cumhuriyeti’nden alınan geyiklerden 14’ü hamile. Altı ay sonra doğum yapacak olan geyikler, Dukha Türkleri’nin Ren geyiklerinin genetik kalitesinin artmasını da sağlayacak.

Rehber Büyükelçiden Tüyolar

Moğolistan’da görev yapan Türk Büyükelçi Murat Karagöz Dışişleri Bakanlığı’na girmeden önce, üniversite yıllarında turist rehberi olarak çalışmış. Karagöz, 2,5 yıllık rehberlik tecrübesini bugün diplomaside kullanıyor. Moğolistan’a gelen dostlarının rehberliğini bizzat kendisi yapıyor. Bir yılı aşkın süredir Moğolistan’da görev yapan Karagöz, her geçen gün ülkeye ve geleneklerine dair yeni şeyler öğrendiğini söylüyor.

Moğolistan’da Göçebe Hayata Tanık Olun

Karagöz, Orhun Yazıtları’nın, Gobi Çölü’nün, Karakurum Müzesi’nin ve Budizmin merkezlerinden biri olan Erdene Zuu Manastırı’nın görülmesi gereken yerlerden olduğunu söylüyor. Moğolistan’a gelenlerin mutlaka göçebe hayata tanık olmasını tavsiye eden Karagöz; ülkeyi gezmek için en az yedi ila 10 gün ayrılması gerektiğini anlatıyor. Ziyaret için favori zamanların Moğolistan bayramları olduğunu belirten Karagöz, “Gelenekleri gözlemlemeniz için iki bayram var. İlki şubat sonundaki Tsagaan Sar yani Beyaz Ay Bayramı ikincisi yaz aylarındaki Naadam Festivali… Festival güreş, okçuluk ve atçılık oyunlarından oluşuyor. Üç-dört gün sürüyor. Bütün Moğolistan ayaktadır o zaman. Stadyum büyüklüğünde bir sahaya bine yakın güreşçi çıkıyor. O güreşçilerin selamlama biçimleri, kıyafetleri, selamlama şarkıları, bunları yerinde görmeniz gerekir. Açılışında bir resmi geçit yapılıyor” diyor.

Dukhalarda Ne Yenir?

Sofrada mutlaka koyun eti bulunur. Tsagaan Sar’da sofranın değişmeyen zenginliği. Öne çıkan yemekleri mantıya benzeyen, kıyma yerine parça etle yapılan buuz ve çiğ böreğe benzeyen khuushuur. Kışın sütlü Moğol çayı içiliyor. Ancak, bu çayın içine tuz, hatta bazı yerlerde et ve tereyağı atılıyor. Yaz aylarında ise kısrak sütü kımız tüketiliyor.

Moğolistan’a Vizesiz Seyahat

Moğolistan’a 30 güne kadar olan ziyaretlerde vizeye ihtiyaç yok. THY, haftada üç kez uçuyor. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te teknik bir duruş yapılıyor. Türkiye’den yılda üç bin yolcu Moğolistan’a gidiyor. Bunların büyük çoğunluğunu Türkiye’de eğitim gören öğrenciler oluşturuyor. Özellikle haziran, temmuz, ağustos ve eylül ayları turizm amaçlı kullanılıyor.

Ipekyolu-OneCikan
ÇinKültürelTarihi

İpek Yolunda Tarih Yolculuğu

“Kainatta iki yol vardır.

Gökyüzünde Samanyolu, Yeryüzünde İpek Yolu.”

Özbek Atasözü

İPEK YOLU – İLİM VE MEDENİYET YOLU

Son zamanlarda İpek Yolu sık gündeme gelen konulardan biridir. Dünya ekonomisinin küreselleşme süreci içerisinde devletler dünya pazarına o kadar bağlıdırlar ki küresel olmayan ekonomi fikri düşünülemez hale gelmiştir. Ekonomiyi canlı tutan, devletler arasındaki ticari ilişkiler ve ılımlı yakın münasebetlerdir. Bu münasebetleri tarihte İpek Yolu diye bilinen o meşhur yol (sistem) oluşturmuştur. İpek Yolunun önemi de bu sistemi kurmuş olmasından gelir. Bununla beraber İpek Yolu sadece ticari ilişkilerin gerçekleştiği bir yol değildir. Aynı zaman ilim, medeniyet ve terakkiyat yoludur. İpek Yolu sadece tarihi ticaret yolu olarak değil, aynı zamanda medeni kültürel yönü ile de değerlendirilmelidir. Bu yönü İpek Yolunun işlek hale gelmesinde ticaretin önemini inkâr etmez.

Kervanlar yüzyıllar boyunca İpek Yolu üzerinde sadece ipek değil, ilim ve medeniyeti de taşımışlardır. Bu yol Asya kıtasının ilmi ve kültürel yönden kalkınmasına etken olmuştur.

İPEK YOLU’NDA TARİH

İlk olarak Çin’de üretilmeye başlayan İpek, zamanla dünyanın diğer ülkelerine ihrac edilmeye başlandı. İpek ticaretinin karlı bir ticaret olması, Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan ticaret yoluna, bu yollarda taşınan en kıymetli ticaret malının adının verilmesine, İpek Yolu adı ile tanımlanmasına sebep olmuştur.

Bu Yol – kardeşlik, hoşgörü, ilim, medeniyet, kültür ve maneviyatin yolu olmuştur. **İpek Yolu ’**nun tarihi 3 bin yıl öncesine dayanmakta; Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan bu yol bir çok milletlerin, medeniyetlerin, örf ve adetlerin bir biri ile yakından tanıştığı, kucaklaştığı güzergah olmuştur.

ÇİN SEDDİ

Çin deyince akla ilk gelen hususlardan birisi de Çin Seddidir. Yüzlerce kilometre uzunlukta, tarihi de bir o kadar uzun olan bu yol, yüzyıllar geçmesine rağmen hala varlığını muhafaza edegelmesi ile insanları düşünmeye sevk eder. Yapı olarak Eski Çin mimarisinin büyük yapılarından biri olan Çin SeddiÇin kaynaklarına göre, IX.yüzyılda, Hun devleti akınlarından korunabilmek için yaptırılmıştır. M.Ö. 770 – 470 yıllar arasında dağınık halde yaşayan farklı Çin kabileleri kendi aralarında devamlı mücadele ve savaş halinde olmuşlar; Şehir, kasaba ve köyleri yüksek duvarlarla çevirerek, kendilerine ait olan bölgeleri korumuşlardır. Böylece ilk koruma duvarlarının yapımı ve “set çekme” geleneği başlamıştır.

Tarihte Çin Seddi için- ***“Devletler arasındaki müdafaa duvarı”***, “Hunlardan  müdafaa uzun duvarı”, “Çin Devleti ön duvarı” – gibi farklı isimler kullanılmıştır. M.Ö.221 yılında dağınık küçük devletleri birleştirerek ilk birleşik Çin Devletini kuran Çin Şi Huandi; kuzeyden gelecek atlık akınlara karşı önlem almak için devletinin kuzey kısmına yüksek duvar yapımını başlatır. Böylelikle önceden yapılmış duvarları birleştirerek uzun bir sınır duvarı oluşturur. Sonuç olarak 5 bin km. uzunlukta devasa bir yapı ortaya çıkar. Sonraki dönemlerde duvar devamlı tamir edilmekle beraber ilaveler de yapılmış; Çin’in bir tarafından diğer tarafına kadar uzanan Çin Seddinin uzunluğu **5 bin km.**yi geçmiştir. Çin Seddi aynı zamanda eski Çin’in kuzey sınır hattını da oluşturmaktadır.

Bir çok defa restore edilen ve genişletilen duvar Min sülalesi (1368 – 1644) devrinde tekrar genişletilerek 7.3 bin km. uzunluğa ulaştı. Dokuz kısma ayrılan sınır hudutlarında bir milyona yakın asker bulunuyordu.  Sonraki dönemlerde Çin’in büyüyerek sınırlarını genişletmesi sonucu Çin Seddi devlet sınırları içerisinde kalarak önceki önemli fonksiyonunu kaybetti.

TARİHİ HATIRA

Çin Seddi, dağlı bölgelerde dağların en uç kısmında yapılmıştır. Duvarın yüksekliği bölgelere göre farklı olup, 8 metre yüksekliğinde, genişliği de 5 – 8 metre civarındadır. Belli aralıklarda gözetleme yerleri vardır.

Dünyaca meşhur olan Çin Seddi milyonların dikkatini çekiyor. Çin’e gelen seyyahlar mutlaka Çin Seddine çıkmadan gitmiyorlar. “Çin Seddine çıkmayan kahraman olmaz” – ibaresi atasözü haline gelmiş. Bugün Çin Seddi bölücü, sınır duvarı olmaktan öte farklı medeniyetlerin, farklı lisanlarda konuşan insanların buluştuğu ortak bir nokta haline gelmiş durumda. Yüzyılları geride bırakan bu devasa duvar tarihin nice sınavlarına direniş göstererek ayakta kalmayı başarmış. Böylece asıl yapımı koruma duvarı olan Çin Seddi bugün,  yeni nesillere tarihten ders veriyor.

Çin Seddine bakınca – “Bu duvar tarih sayfalarına kendi adını yazdırmayı başarmış ve milyonları kendine çeken mıknatıs haline gelmiş.

İnsanların eğitimine özellikle manevi tekamülü için çaba sarf eden yapılar Çin Seddi yaşına gelince, şuandaki Çin Seddinin öneminde daha fazla önem, onun kıymetinden daha fazla kıymet kazanacağı şüphesizdir” – diye düşünüyorsunuz.

Tüm okuyucularımızı İpek Yolundan sevgi ve hürmetle selamlar… Büyük İpek Yoluna tarihi yolculuğa davet ediyoruz.

TurkCadiri-OneCikan
KültürelTarihi

Eski Türk Çadırında Neler Vardır?

Eski Türk Çadırı yaşantısı içerisinde nelerin bulunduğu gibi bilinmeyenler sebebiyle insanların zihninde merak uyandırmaktadır. Peki gerçekte ne barındırır Türk Çadır ?

1. Tüynük/ Tündük (toono)

Evin hem bacası, hem de penceresidir. Genellikle bunun üzerine keçeden “tümüldük (örh)” örtülür. Tümüldük gece kapanır, gündüz açılır. Tümüldüğün tan çağında açılması gerekir. Geç kalan evlere halk arasında tembel gözüyle bakılır.

2. Endek/Kütü (deever)

Evin üstünü örten keçe kaplama. Bunu dışına “ak kösk (cagaan bürees)” denen kumaş örtülerek evin ak görülmesi sağlanır. Kara evler hizmetlileri gösterir.

3. Sırguk (bagana)

Evin direği denen şey işte budur. Tündüğü yerinde tutar.

4. Ok (un’)

Evin üst yapısını veren ağaç çıtalar. Alt uçları terim başlarına bağlanıp üst uçları tüynükteki yuvalarına yerleştirilir.

5. Oçuk (golomt)

Ot evin tam bu ortasında yakılır. İki sırık ortası ya da ocak üzerinden bir şey alınıp verilmez. Ocakta “tağan (tulga)” denen üç ya da dört ayak üzerine eşiç yerleştirilerek yemek ve çay yapılır.

6. Tör (hoimori)

Resimde bir yanlış var. Bu alçak masanın göründüğü yer evin iyesinin yeridir. Gelen erkek konuklar önem sırasına göre sağına doğru sıralanarak oturur. Sol yanı ise kadınların yeridir. Dolayısıyla bize göre sağdaki sırığın yanı evin eşinin ocağı idare ettiği yerdir. Yere oturmak için üzerine kalın iplerle iğne işlemesi yapılmış keçe “sırmak (şirees)” parçaları serilir.

7. Terim (hana)

Moğolca duvar anlamına gelen “hana” sözünün çoğulu olarak kanat dendiği de görülüyor. Evin çember yapısını bu ağaç ağlar verir. Evin büyüklüğü de 6, 7, 8 terimli biçiminde dile getirilir.

8. Turdak (tuurag)

Terimi kuşatan keçe örtü. Buradan “keçe turdaklı” sözü bozkırda göçebe olarak kasteder. Keçe evde yaşayan bütün halkları, “Türk turdaklı” ise göçebe olmakla birlikte yalnızca Türk olanları kasteder. Ak kösk burayı da kapsar.

9. Serpme (üüd)

Ağaç “kapı (haalga) bulunmadan önce girişteki açıklık bu ağır keçe parçası ile örtülürdü. Aynı gelenek günümüzde de sürmektedir. Türklerde kapı çift kanatlı olur ve gün doğumu yönüne bakar. Moğollarda ise kapı tek kanatlıdır ve artık güneye bakıyor. Buriad başkenti “ulaan-üüd=kızıl serpme” adı bu sözden gelir.

10. Kapsa (hatavç)

Giriş açıklığını veren ağaç dikmeler. Terimin iki ucu buraya birleştirilir. yine ak köskü dışarıdan kuşatıp tutturan baş (tolgoi), orta (dund) ve ayak (adak) kuşakları kapsaya bağlanır. Kapsayı alt ucundan birleştiren ağaç parçaya “eşik (bosgo)” denir. Üstten birleştiren parçaya ise “sunı (totgovç)” deniyor.

Atcilik-OneCikan
Kültürel

Saha (Yakut) Kültüründe At ve Atçılık

Türk kültürünün vazgeçilmez ögelerinden biridir At. At ve atçılık Saha (Yakut) kültüründe de büyük bir önem ifade etmiş, motifleri pek çok yere işlenmiş ve her daim saygı duyulan, sembolik değeri olan, mezarların dahi paylaşıldığı bir değer olmuştur.

Doç.Dr. YURİY VASILYEV-CARGISTAY

Saha Türkleri , Türk dünyasının en uzağında, en kuzey ve en doğu ucunda, Sibirya’da, Buz denizinin kıyısında yaşıyorlar. Onların günümüzde yaşadığı vatanları uçsuz bucaksız ormanlar, büyük dağlar, geniş tunduralar, 1,5 km. kalınlığında buz tutmuş topraklardır. Kış 8-9 ay sermektedir. Bu ülkede kışın güneş aylarca doğmaz, yazın ise hiç batmaz. Yakutistan kadar sert iklime sahip bir başka ülke dünya üzerinde yoktur.

Yakutistan elmasın, altının, gümüşün, petrolün, doğalgazın, taş kömürün, demirin, kalayın, uranyumun yurdudur. Bu geniş ormanlar, 700 bin gölün bulunduğu ve değerli av hayvanlarının yaşadığı yerdir. Dünyanın 10 büyük nehrinden biri olan Lena, Yakutistan’dadır ve bu nehrin okyanusa dökülen ağzı 15 km. genişliğindedir. Bu topraklarda yaşayan Saha halkının Oğuz ve Uygur kokenli diller,zengin halk edebiyatları, binlerce yıl öncesine dayanan inançları vardır.

Saha milletinin gururu ve sembolü güneş, at, kımız, kopuzdur. Sahalarda at kutsal bir hayvandır.Saha inançlarına göre atın tanrısı olan Cohogoy-Toyon, dokuz katlı kutsal göğün üçüncü katında güneydoğu tarafında bulunur. Sahaları ve atları korur.

Bunun dışında, Sahalarda Atın oğlu Duray-Bahadır, Dolgan-Sahalarda da Atın oğlu Atalamii-Bahadır adlı Olonho Destanları vardır.

Ata saygıya, Sahaların inançlarında, ayinlerinde çok rastlanır. Mesela, Ihtax bayramı Sahaların yeni yılı, kımız bayramıdır. Buraya gelen adamlar sert kımızı zevkle içer, at etini doyasıya yerler. Ihtax’ta kısrak sütünden yapılan kımızı içmek için pek çok kap kullanılır. Bu kapkacaklar ağaçtan, deriden ve ağacın kabuğundan yapılır.

At ve Saha kültüründe atçılığa verilen ehemmiyete Orta Asya Coğrafyası bütününde baktığımızda Atın neden bu coğrafyada evcilleştirilmiş daha iyi anlıyoruz. Uçsuz bucaksız bozkırlardaki uzak mesafeleri aşabilmek ancak Atlı olarak; bu kadar dayanıklı Atlara sahip olmak da Atçılığın geliştirilmesi ile anlaşılabiliyor.

Peki ya At evcilleştirilmeseydi ne olurdu?

Mesaj Göner
merhaba nasılsınız
ARİF DERNEĞİ
Merhaba, size yardımcı olabilmemiz için bize mesaj atmanız yeterli. İyi günler dileriz :)