logotype
Bağış Yap

Kategori: Tarihi

HotonTurkleri-OneCikan
BlogKültürelMoğolistanTarihi

Moğolistan’da Hoton Türkleri

Moğolistan’da, günümüze kadar ulaşabilen topluluklardan, Uygur Hoton Türk topluluğu, Moğolistan’ın batısında, özellikle bozkırlarla çevrili Uvs eyaletindeki, Tarialan ilçesinde yaşarlar. Uvs eyaleti, Rusya sınırındadır ve batısında Bayan Ölgi eyaleti; doğusunda da Zavhan eyaleti ve güneyinde de, Hovda eyaleti bulunmaktadır. Hoton Türk topluluğu, Moğolistan nüfusunun yaklaşık binde 3’ünü oluşturur. Moğolca’da Khoton etnik grubu olarak bilinen “Hoton Türkleri” Moğolistan coğrafyasında kaybolmaya yüz tutmuş Türk topluluklarından biridir.

HOTON ADI VE KÖKENİ

Hoton adı ve kökeni hakkında çok net bilgiler elimizde olmamakla beraber sahada ve kaynaklar üzerinde yapmış olduğumuz araştırmalarda “Hoton” adının aslında “Hatun” olduğu, Uygur Türklerine mensup olduklarını, Uygurlardan günümüze kalan Moğolistan sınırları içerisinde birkaç haneli Türk topluluğu olduklarını, Hoton topluluklarının yaşlıları tarafından sözlü olarak tarafımıza ifade edilmiştir. Hatun kelime anlamı olarak Türklerde, kadın, hanım, bayan anlamları taşıdığı bilinmektedir.

Cengiz Han mirasçıları tarafından Moğol olmayan toplulukların erkek sayısı 1000 olarak sınırlandırılmıştır. Bu durum Erkeklerin; binden fazla olan erkek nüfusun kılıçtan geçirilmesi veya Moğol orduları içinde savaşmamak ve askerlik yapmamak için hanım elbiseleri giymesine sebep olmuştur. Bu Türk topluluğuna bu hareketlerinden dolayı ad olarak üzerlerine yapıştığını ve daha sonra değişime uğrayarak 14. 16. yüzyıllarda Hatun olan isimlerinin, günümüze bu ismin değişerek “Hoton” olarak anıldığını belirtmişlerdir. Savaştan korktuklarından değil, ölüme meydan okuduklarından ve sadece Moğol saflarında savaşmak ve asker olmak istemediklerinden dolayı atalarının böyle bir yol seçtiklerini, Hoton yaşlıları ifade etmişlerdir. Hoton’lar, kendi nüfuslarının Moğolistan sınırları içinde yaklaşık olarak 15-20 bin olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Hotonlara dair verilen kısa bu malumattan sonra, Türk topluluğu Hoton diline ait kaydedilen birkaç kelimeyi de belirtelim.

Ata – Baba                    Empr – Koca-Karı

Ana – Anne                   Cilxa – Yılkı, At

Awşıhan – İhtiyar       Cirman – Yirmi

Ağan – Ağa                   İmpak – Genç

Bala- Çocuk                   Yakşi – Yahşi, eyi

Bar – Var                       Yan – Can, hayat

Ber – Ver                       Yenge – Yanak

Gurt – Peynir             Yer – Toprak, yer

Eger – abla            Yeple – Yaşamak

HOTON TÜRK’ÜNÜN BİR GÜNÜ

Hoton Türk’ünün bir günü… Sabah çok erkenden kalkarlar. Hep mesut ve neşeli, tehlike anında ise soğukkanlı ve aklı başında hareket ederler. Açık havada dolaşmayı çok severler. Çocuklar daha küçükken ata binmeyi, ok atmayı ve güreş tutmayı buluğ çağına gelmeden öğrenirler. Yorulacak kadar iş görmezler. İhtiyaçları azdır. Hiç acele ve telaş etmezler. Bir şey yapacaklarsa yarın derler, yarın dedikleri bir yıl sürebilir. Geçen her bir saatten azami zevk alırlar. Onlara heyecanlı mesajlar gelmez, televizyon izlemezler, gazeteleri de yoktur. Ne yetişilecek trenleri vardır, ne de geç kalınacak iş yerleri… Ne dar sokakları, sıkışık trafikleri, ne ödemesi gecikmiş banka kartları, ne de elektrik ve doğalgaz faturaları diye bir dertleri vardır. Sinir buhranı bilmedikleri bir şeydir. Batı toplumlarında olduğu gibi bazı ihtiyaçların, burada da olmasını ister misiniz denildiğinde, bu ihtiyaçlar başka memleketlerde iyi olabilir; fakat burada bizim bunlara ihtiyacımız yoktur. Biz böyle olduğumuz gibi mesuduz ve halimizden memnunuz derler. Hoton Türkleri, itibarlarına çok düşkündürler.

Bir atasözü der ki ; “muu amid yavsnaas ner turte-i sain ukh” (itibarlı ölmek itibarsız yaşamaktan daha iyidir),

bir diğer atasözü ise; “ner khugarsnaas yas khugar n’deer” (birinin gönlünü kıracağına bir kemik kır), der.

HOTON TÜRKLERİNDE AT

Hoton Türkleri, diğer Türk topluluklarında olduğu gibi At’a çok ehemmiyet verirler. Eski Türklerde olduğu gibi, Hoton Türklerinde de at yoldaştır, at arkadaştır, at kardeştir. Hoton Türkleri atı hem faydası, hem de güzelliği için severler. Her toplanmanın en mühim hadisesi at yarışlarıdır. Yeleleri ve kuyrukları dalgalanarak bir at sürüsünün yeşil ovalar üzerinde koşması onlar için en zevkli manzaradır. Tayların oynaşmasını seyretmek için erkek olsun, kadın olsun veya çocuk olsun her Hoton atını durdurur, seyre koyulur. Güzel bir at bir Hoton için bir şiirdir. İhtiyarlar gözleri parlayarak tanıdıkları atların kuvvetine, sür’atine, mukavemetine ve zekâsına dair hikâyeler anlatırlar. Meşhur atların hikâyeleri nesilden nesile naklolunur. Bu hikâyeler edebiyatı olmayan bir topluluğun folklordur. Hoton Türkleri, at’a hürmet eder ve ona fena muamele etmezler. Ona ağır yük vurmazlar. Hoton atlarının ayakları yere daha yakındır. Bir at’a veya köpeğe veya herhangi bir hayvana hiçbir zaman vurulmaz, eziyet edilmez; bu, bir dosta vurmak ve eziyet yapmak gibidir.

HOTON TÜRKLERİNDE MİSAFİR

Hoton Türklerinde, kim olursa olsun misafir daima iyi kabul görür. Ev sahibi nesi varsa misafirle memnuniyetle paylaşır; yiyeceğinin en iyisini, ger-çadırın en rahat yerini, sıcak sobanın en makbul köşesini ona ikram eder. Bir misafirin ger-çadıra girerken elindeki kırbacını dışarıda bırakması adettir. Kırbaçla içeri girmek hakaret sayılır. Otururken ateşe doğru ayak uzatmak aile, ocağına hakaret sayılır. Misafirin bağdaş kurup oturması lazımdır. Ev sahibi tarafından misafir en iyi yere oturtulur, dayanması için arkasına yastıklar konur ve sonra kımız veya çay ikram edilir. Eğer ev sahibi misafire ziyareti ile kendisine şeref vermiş olduğunu ifade etmek isterse, beyaz veya mavi bir ipek çevre üzerinde bir tas kımız ikram edilir. Gösteriş ve israfı hiç sevmezler. Genelde siyaset hiç konuşulmaz, siyasetle meşgul olmazlar. Ovalarında huzur ve sükûn içinde yaşarlar. Sık banyo yapmazlar, çok eskiden kalma bir itikat vardır.

İnanışlarında suyun kıt olduğundan olsa gerek. Balık pek sevmezler. Çocukları balık istediğinde bunu aile reisine hakaret sayarlar. Ev reisi çocuğuna niye ben sana et yedirmiyor muyum sen balık istiyorsun diye hiddetlenir. Büyük ölçüde beslenme alışkanlığını, et (koyun, keçi, sığır etleri) bolluğuyla belirleyici olmuştur. Nişastalı yemekler, pirinç, iştah açıcı ve hoş kokulu kökler, yeşillikler ve özellikle baş soğan, sarımsak ve patates için her geçen gün gelişen bir tat söz konusudur. Yazın süt çok bol olur. Kış için Hotonlar uzun süre dayanacak ürünler yaparlar. Bunlar arasında aruul (bir çeşit kurutulmuş küçük boyda ev peyniri), byaslag ve eezgü (ekşimiş sütten yapılan iki çeşit peynir), tsagan tos (sütün kaymağından yapılır) ve shar tos (eritilmiş tereyağı) vardır. Taze süt, ekseriyetle yağı alınmadan, çaya konarak içilir. Hoton Türkleri arasında bunlar çok üretilir ve tüketilir. Dikkat edilirse yedikleri ve içtiklerinin adı hep Moğolca olarak telaffuz edildi. Hatırlattığımızda iç çekerek, eski dilimizi kullanamaz olduk diye belirtirler.

HOTON TÜRKLERİNDE YAŞAM VE GİYİM KUŞAM

Moğolistan’da Hoton Türkleri, genelde hep geleneksel kıyafetleriyle dolaşırlar. Asırlardan beri, atalarından kalma, modası ve rengi değişmeyen bu kıyafetlerin, pek şekli de değişmez. Del-elbisenin boyu çizme ve ayakkabılarını kapatacak şekilde ve belleri kuşakla sıkıca bağlanmış kol kısımları elleri geçecek şekilde uzun, ayakkabı ve çizmelerin içi tüylü ve deri ’den yapılmış giysiler, soğuklardan koruyacak ve dayanıklı yaklaşık sekiz yüz yıldan beri bu giysilerin giyildiği rivayet edilir. Erkeklerin, kadınların ve çocukların, asil olsun avamdan olsun, elbiseleri hep aynıdır. At üzerinde hareketlerine mani olmamak için yandan yırtmaçlı bir del-entarinin altına pantolon ve gömlek giyerler. Erkekler ve evlenmemiş kızlar del-entariye ilaveten ceket, khurem, soğuk havalarda del’in-elbisenin üzerine giyilir. Erkekleri ise, bellerine ipek bir kuşak sararlar. Evli kadınlar del-entariyi bel kısmını boş bırakırlar.

Kalın deriden uzun çizmeler tercih edilir. Çizmelerin ucu sivri ve gökyüzüne doğru kıvrılmıştır. Bunun sebebini sorulduğunda, toprağa saygıdandır, derler. Ayakkabının özellikle çok temiz olmasına ehemmiyet verirler. Geleneksel botlar topuksuz ve uçları yukarı kalkıktır. Hoton Türklerinde moda hiç değişmez, bu sebeple bayram elbiseleri nesilden nesile intikal eder ve renkleri zaman geçtikçe daha güzel bir hal alır. Moğolistan’da Hoton Türklerinin dışında Kazaklar, Moğollar ve diğer kabileler hep aynı giysileri ve modelleri tercih ederler. Soğuklardan korunmak için olsa gerek. Yukarıda belirttiğimiz kıyafetler genelde kışın daha çok görülür. Yazları ise daha ince ve içinde rahat edebilecekleri giysiler tercih edilir.

HOTON TÜRKLERİNDE GER (ÇADIR-YURT-YUGAN)

Hoton Türkleri, Moğol coğrafyasında geleneksel kıyafetleri içinde kadın ve erkekleri rahatça dolaşırken görmek mümkündür. Türklerin Asya’daki nal izlerini doğanın cezbedici görüntülerini düşlettir insana, atların, develerin, koyunların ve göçebe kavimlerin özgürce dolaştıkları bu ülke, dünya da hiçbir yere benzemez. Hoton Türkleri, çok yufka yürekliler, insanlara yardımseverliğiyle bilinirler, zor doğa şartları ve çetin geçen yaşam biçimleri onları şüphesiz yardım sever ve yufka yürekli kılmıştır.Hoton Türklerinin, çok eskilerde geleneksel evi, bizim Anadolu’daki eski evlere benzeyen, saman ve çamurla yapılan alçak binalarda yaşadığı belirtilmekte olup,günümüzde ise, “ger” adını verdikleri çadırlarda özgürce yaşarlar.

Moğolların ve Hoton Türklerinin, ger adını verdikleri, ahşap iskeletli, keçe ve çadır bezinden, katlanabilir yuvarlak ger-çadırlarına güvenmişlerdir. Bunlar hafif, kurulması kolay, kışın sıcak ve yazın da esintiyi almak için kolaylıkla açılabilen ger-çadırlardır.

Ger’de Yaşam

Hoton Türkleri, bozkırda Ger adını verdikleri çadırlarda yaşarlar. Göçebe hayatın başkent dışında devam ettiği bozkırda, yaşamlarını devam ettirebilmek için mevsimsel göçe ihtiyaç duyulur. Bölgede bitki örtüsü orman türü değildir. Kara iklimi hâkim olup, yazların ve kışların sıcaklık farkı oldukça fazladır. Hoton Türklerinin çadırları (Ger)’ini, yüzyılların iklim şartları oluşturmuştur. Bunlar ahşap ince iskeletli, çapraz örülür, çadır bezi en az sekiz santimli keçeden muhkem açılıp kapanabilme özelliği olan hafif yuvarlak, üstü soba borusunun takılabileceği yazın sıcağa kışın soğuğa karşı dayanıklı tasarlanmıştır.

Ger-çadırlarında hayatın zaruri ihtiyaçları için lazım olan şeylerden başka bir şey bulunmadığı ve burada yaşayan insanların yiyecekleri çok basit olduğu için kadının işleri pek az zaman alır. Kışın kurutulmuş et ve patates ağırlıklı, yazın ise süt ve peynirden başka bir şey yemedikleri cihetle iş büsbütün azalır. Hoton Türklerinin en sevdiği şey kısrak sütünden yaptıkları Kımız’dır. Kımız, en çok tüketilen içkidir. Kımız yalnız harareti teskin etmekle kalmaz, açlığı da giderir. Kımız, kısrak sütünü bir tuluma doldurup birkaç gün güneşe asmakla yapılır. Sütü bir günde birkaç defa karıştırmak lazımdır. Ger- çadıra girişte masa üzerinde ağzı açık bir kapta Kımız, sürekli bulunur her içeri girişte kepçeyle karıştırılır.

Hoton Türklerinde Çay

Kımız dışında, Hoton Türklerinin, sevdiği bir şey de çaydır. Çay kaynar sütün içine atılır ve bir tutam tuz ile bir parça da tereyağı ilave edilir. İnsan alışırsa pek lezzetli bir şeydir. Tuhaftır ki, Hoton Türkleri, çayı tuzla pişirdikleri halde et yemeklerine asla tuz koymazlar. Ger-çadırların içi fevkalade derli topludur. Ger-çadır tabanı yerden 10-15 santim yüksektedir. Taban keçeyle kaplanmış olup, post ve minderler serilidir. Dışarıdaki gürültüler bu ger-çadırların içinden işitilmez. Kışın ortada bir kalın sacdan soba vardır ve ayrıca küçük de bir mangal bulundurulur. Ger-çadır önünde çakılı iki direk bulunur. Bu direklere atlar bağlanır. Gündüz daima eyerli iki at hazır bulunur. Hoton kadını ve erkeği veya çocuğu yüz adım ötedeki çadıra veya su kuyusuna bile gitmek için yürümez atın sırtına atlayıverirler.

Ger-çadırda diğer Türk boylarında olduğu gibi kapı eşiğine basılmaz, basılması uğursuzluk sayılır. Kapının eşiğine bilerek basan kişi ev sahibini çiğnemiş, ona hakaret etmiş sayılır. Ger-çadır kapıları genelde boyalı ve açık renk olur, mavi ve turkuaz rengi en çok benimsenen renktir. Ger-çadıra misafir olarak gelen bir yabancının ger-çadır kapısını çalması görgüsüzlük olarak algılanır. Misafir ev sahibine geldiğini bildirmek için “Nohoi hori” köpeği tut diye bağırır veya hızlı bir şekilde öksürür. Böylece gere-çadıra girebilmek için müsaade istediğini anlatmış olur. Dışarıdan ger-çadıra yemek davetine gelen misafirlerin içinde yaşça veya makamca büyük olan misafire bir bıçak verilir. Genelde misafir için statüsüne göre at, yak, yâda koyun kesilir. Bu misafir sofraya gelen etin kaburga kemiğini eline alır, sofrada bulunanlara birer parça et keserek ikram eder. Kemikte hiç et kalmaz, cebinden çıkardığı bir miktar kâğıt parayı bu kemiğe sararak ger-çadırın tahtasının arasına sıkıştırır bu evin sahibine katkı amacıyla yapılan kibarca bir yardımdır. Moğolistan’da demir para kullanılmamaktadır.

Ger(Çadır)’de Yerleşim

Yerleşim belirli kurallar içinde yapılıyor. Ger-çadırın kapısı, her zaman güneye, sert kuzey rüzgârlarından uzağa bakıyor. “Ger” ’in sol kanadı erkeklere ait. Kımız (airag) çalkalama torbası, eyer sehpası, bir yatak ve bir iki de erzak sandığı buradadır. Misafirler içeriye soldan girerler ve çadırın yarısını kat edip köşede kendilerine ayrılmış taburelere oturmadan önce genelde durup kımızı karıştırırlar. Çoğu “ger ”de beklenmedik misafirler için, içinde genelde peynir ile tuzlu ve sütlü Moğol çayı ya da votka olan bir misafir tabağı bulunur.Hoton Türkleri de diğer Türk topluluklarında olduğu gibi dokuz rakamı kutsaldır. Ayrıca salı gününü uğursuz sayarlar. Önemli işlerini salıya bırakmazlar. Salı günü uzun yolculuğa çıkmazlar. Salı günü ev süpürülmez. Salı günü önemli işlerine başlamazlar.

TÜRKLER VE MOĞOLLAR

Moğolistan, Türk tarihi ve kültürü açısından çok önemli ülkelerden biridir. Kadim Türk devletlerinin bu coğrafyada kurulmuş olması, Türk dili ve kültürüne ait yazıt, heykel ve kaya resimleri ile kültürel unsurların bulunuyor olması Moğolistan’ı Türk tarihi için önemli kılmaktadır.Türklerin tarih sahnesine ilk defa çıktığı en eski ata yurduna ve bilinen en eski yazılı kaynaklarına ev sahipliği yapan Moğolistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler tarih boyu hiç kesilmemiştir. Uçsuz bucaksız Moğolistan topraklarından da geçen ve Anadolu’ya kadar uzanan tarihi İpek Yolu, birbirinden mesafe olarak çok uzak bu iki kardeş ülke ve halklar arasındaki ilişkilerin devamına da vesile olmuştur. Bugün de bu ilişkiler aradaki mesafenin uzaklığına bakılmaksızın bütün sıcaklığı ile hala muhafaza edilmektedir.

Türk ve Moğol milletleri arasındaki tarihî ve kültürel bağlar, bilinen tarihin en eski dönemlerine kadar uzanmaktadır. Türk-Moğol siyasî birlikteliğinin bilinen ilk örneği Büyük Hun İmparatorluğu’dur. Kendilerine dair ilk bilgileri M.Ö. 4. Yüzyıla ait Çince kaynaklardan aldığımız Büyük Hun İmparatorluğu’nda Türk kökenli kabilelerin yanında önemli miktarda Moğol asıllı kabilenin de varlığını biliyoruz. Hatta meşhur Çin Seddi’nin ilk bölümleri M.Ö. 214 yılında Türk-Moğol siyasî birliğine yani Büyük Hun İmparatorluğu’na karşı inşa edilmeye başlanmıştır. Yine bu dönemde iki müttefik milletin birlikte oluşturduğu “Devlet Geleneği” ve “Bozkır Kültürü” de daha sonra kurulacak olan Avrupa Hunları, Göktürk ve Uygur Kağanlıkları’nın yanı sıra, Cengiz Han liderliğinde Moğol birliğinin sağlanması neticesinde ortaya çıkan Moğol İmparatorluğu ile devam edecektir.

Moğol Hükümranlığında

Moğollar bozkırın mirasını devraldılar. Hunların, Göktürklerin ve Uygurların kurduğu göçebe imparatorlukların mirasçısıydılar. Cengiz Han, İmparatorluğun merkezi olarak Hunların ve Göktürklerin Ötüken’ini seçmesi bir tesadüf olmasa gerek, Moğollar 13. Yüzyılda bozkır kavimlerinin birliğini sağladılar. Cengiz Han, öncelikle Moğolistan’daki kabileleri birleştirdi. Moğolların birleşmesiyle yetinmeyip imparatorluğa giden yolun açılması da gerekiyordu, Cengiz Han’ın Moğolların tek hâkimi haline gelmesini, ilk olarak Öngütlerce, istenmeyen ancak bunu başaramayan bu halklar, Moğollara katıldılar. Katılan belli başlı halklar ise, Naymanlar, Merkitler, Uygurlar, Tatarlar, Keraitler ve diğer Moğol kabileleri. Özellikle Uygurların katılımı, Cengiz Han, devletinin kaderini belirledi.

Harezm seferine çıkan Cengiz Han karşısında Türklerden kurulu ordular buldu. Bu ordular ve bağlı olduğu devletler Karahıtaylar, Harezmşahlar ve Kıpçaklar ortadan kaldırıldığında, Türk halkları kitleler halinde imparatorluğa katıldı. Türkler de aynen Moğollar gibi “yeryüzünde tek bir hükümdar” olması gerektiğine inanıyordu ve her iki halk yüzyıllardır ortak bir yaşam sürüyordu. Daha önceki İmparatorluklarda yönetenler Türklerdi, şimdi bu konumu Moğolların elde etmiş olması bir şey değiştirmiyordu. İki Türk boyu arasındaki mesafe, bir Türk boyuyla bir Moğol boyu arasındaki mesafeden çok daha fazla değildi. Mağlup edilen Türk halklarının, Cengiz Han devletini kendi devletleri gibi benimseyip Moğollarla birlikte seferden sefere koşmaları bunun kanıtıydı.

Eğer Cengiz Han, Karpatlar’dan Çin Seddi’ne uzanan bu engin coğrafyayı kolayca fethedebildiyse, bunu Türk-Moğol birleşmesine borçluydu. Bu birleşme öylesine güçlüdür ki, herkes bunların tek bir ulus olduğunu düşünmektedir. Öyle ki, o devrin tarihçilerinden Nasreddin Tüsi, “Moğollar bir Türk boyudur” diye yazıyor. Reşidüddin ise Moğollarla Türklerin aynı olmadığını, “aralarında birçok farklılık” olduğunu belirtiyor ama yinede Moğolları, “Türklerin bir sınıfı” sayıyor. Jean-Paul Roux, imparatorlukta bir Moğol’a karşılık yedi Türk oranının geçerli olabileceğini vurguluyor. Bu durum ordu içinde geçerliydi. Cengiz Han’ın savaşçılarının çoğu Türk’tü, Cengiz Han’ın ordu düzeni ve orduyu örgütleyişi, (Mo-tun), Mete Han’dan alınma idi. Cengiz Han, Göktürklerin de uyguladığı devlet ve ordu özelliklerini aynen devam ettirdi.

Sonuç

Moğolistan, Türk tarihi ve kültürü açısından çok önemli ülkelerden biridir. Tarihte kurulan Türk İmparatorlukları ve Türk devletlerinin bu coğrafyada kurulmuş olması; Türk dili ve kültürüne ait eserlerinin ve kültürel unsurların burada bulunuyor olması gibi sebepler, Moğolistan’ı Türkiye için çok önemli kılmaktadır. Ayrıca, bugün yine bu topraklarda yaşayan Türk kökenli toplulukların da hâlâ eski kültürel yaşamlarını sürdürüyor olmaları, eski Türk yaşamını araştırmaya çalışanlar için büyük bir nimet, Moğolistan coğrafyası ise günümüze kadar muhafaza ettiği eserlerle Türklük ve Türkler için araştırılmaya değer büyük bir fırsattır.

Hoton Türkleri, Moğolistan Türk kültür bölgesi halklarından olup, kaybolmaya yüz tutmuş Türk topluluklarındandır. Uygurlardan günümüze kadar varlığını devam ettirmiş olan nadir Türk topluluğudur. Şamanizm açısından da önemli kaynak niteliğinde bir Türk topluluğudur. Moğol topraklarında yaşamış eski göçebe toplulukların, yapılacak kazı ve araştırmalarda, yaşam biçimleri, tarih ve kültür mirasları arkeolojik kazı çalışmaları sonuçları ortaya konulduğunda şüphesiz Hun, Uygur, Göktük, Moğol kavim ve topluluklarının tarihi derinliği açığa çıktığında Hotun Türkleriyle ilgili karanlıkta kalmış bilgiler de gün yüzüne çıkacaktır.[/vc_column_text][/vc_column][vc_column width=”1/6″][/vc_column][/vc_row]

Cimkent-OneCikan
BlogKazakistanKültürelTarihi

Orta Asya’da Yaşayan Tarih; Çimkent

Kazakistan’daki çok nüfuslu bölgelerden olup,  Türkistan Eyaletinin önemli şehirlerinden biridir. Çimkent – Kazakistan’ın nüfusu bir milyona ulaşan şehirleri listesindedir. Almatı’nın 690 km. batısında ve Taşkent’in 120 km. kuzeyinde bulunur.

Sirderya nehrinin kolu Arısa dökülen Badam nehri üzerinde, Aladağın güney batısındaki vadide, denizden 512 m. yüksekliktedir. Çimkent hakkında ilk tarihi bilğiler Nizamüddin Şami’nin ‘Zafername’ eserinde ‘Çikend’ şeklinde kaydedilir ve Sayram yakınlarında küçük bir köy olduğu belirtilir.

XVI ve XVII. Yüzyıllarda kaynaklarda yine büyük bir köy ve kale olarak geçen Çimkent, 1700 yıllarda Hokand Hanlığının kurulması ile beraber gelişmeye başladı. Zamanla bir kültür şehri olma özelliği kazanarak XIX. Yüzyılın ilk yarısında medreseler ve kütüphaneler şehri haline geldi ve Türkistan’ın önemli merkezlerinden biri oldu.

Sayram:

Türkistan eyaletinin en eski tarihi yerleşim merkezlerinden. Tarihi ismi İsficab, Beyza olan kent şu anda Türkistan eyaletinin Sayram Su nehri kıyısında yerleşik, ilçelerinden biridir. Sayram – Maveraünnehir bölgesinin en eski yerleşim yeridir. Tarihte Kazakistan bölgesinde ilk Cami burada yapılmıştır.

Tarihçi Reşideddin Fazlullah Hemedani (1247 – 1318) Sayram hakkında kırk kapılı büyük bir şehir olduğunu ve şehri bir ucundan diğer ucuna geçmek bir günlük mesafe oldugunu yazmıştır.

Mahmud Kaşgari ‘Divan Lugatit-Türk’ eserinde ‘Sayram Türkçe bir kelime olup, topuktan yukarı çıkmayan sığ bir su demektir. Sayramlanmak – sığ bir hal almak, suyun çekilmesi, suyun azalması anlamına gelir’ der. Nizam-ül Mülkün (Selçüklü verzir) yazdığına göre, Harun Reşid zamanında Sayram’da, bir rabat inşa ettirilmiş ve şehrin ticari hayatına canlılık kazandırılmıştı.

Sayram İpek yolu üzerinde önemli bir ticaret ve kültür şehri olmuştur. Taraz ile birlikte İslami külliyelerin en çok bulunduğu şehirlerden biridir. Ancak bölgedeki diğer şehirler gibi Moğol istilasında harabe haline gelmiştir. Eski şehrin üzerine kurulan bugünkü Sayram kasabasında dağınık şekilde birkaç türbe kalmıştır.

Abdülaziz Baba Türbesi:

İçerisinde türbe ve mescidden meydana gelen küçük bir külliyedir. Türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Büyüklüğü 11 x 6 m. yüksekliği 10 m.’dir. Türbe ilk yapımı IX.yüzyıla aittir. Zamanla birçok defa tamir edilegelmiştir. Şu andaki şekli XVI.yüzyılda Navrüz Ahmed Han (Barak Han) tarafından restöre edilmiştir.

Abdülaziz Baba hakkında yeterli bir malumat bulunmamakta, 766-771 yıllar arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. İsficab’ta ilk İslamı kabul eden ve mahalli halkı dine davet eden, İslama büyük hizmetleri olan zat olarak bilinir. Türkistan lehçesinde ‘Baba’ büyük zatlara nisbeten hürmet ifadesi olarak kullanılır.

Hoca Ahmed Yesevi (k.s.) 13. Ecdadı olan İshak Baba 766 yılında İslam askerleri ile İsficab şehrini feth ettiğinde, ordusunun alemdarı (bayraktar) Abdülaziz Baba isimli zat olduğu bazı kaynaklarda kayıtlıdır. İnsanlara sıkıntılı ve zor durumlarda yardım ettiğinden, doğru yol gösterdiğinden ‘Belagerdan’ ismi ile meşhur olmuştur.

İbrahim Ata Türbesi:

XI. Yüzyıla inşa edilen bu türbe – Hoca Ahmed Yesevinin (k.s.) babası İbrahim Şeyih’a aittir. Türbe tuğladan, 7 × 7 m. Büyüklüğünde olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür.

Hoca Ahmed Yesevi (k.s.) soyu Hz. Ali’nin (k.v.) oğlu  Muhammed Hanefiyye’ye dayanır. Mübarek nesebi şöyledir: Hoca Ahmed Yesevi (k.s.) b. Şeyih İbrahim b. Şeyh İlyas b. Şeyh Mahmud b. İftihar b. Şeyh Muhammed b. Şeyh Ömer b. Şeyh Osman b. Şeyh Hasan b. Şeyh İsmail b. Şeyh Musa b. Şeyh Mümin b. Şeyh Harun b. İshak b. Abdürrahman b. Abdülkahhar b. Abdülcebbar b. Abdülfettah b. Muhammed Hanefiyye b. Hz. Ali (k.v.).

Karaşaş Ana Türbesi:

Hoca Ahmed Yesevi’nin (k.s.) annesi Ayşe Hanım için inşa edilmiştir. XI-XII. yüzyıllara tarihlerinde yapıldığı tahmin edilen türbe dikdörtgen şeklinde olup, tek kubbelidir.

TayKazan-OneCikan
BlogKazakistanKültürelTarihi

Tay Kazan

Güney Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bulunan Ahmed Yesevi (k.s.) türbesi 1396 – 1399 yıllar arasından Emir Timur tarafından yaptırılmıştır. Türbenin yapımı tamamlandıktan sonra Emir Timur türbe için bir çok hayır eserleri ve vakıflar tayin ederek Ahmed Yesevi ’ye (k.s.) olan sevgi ve saygısını bir daha göstermiş.

Emir Timur tarafından türbeye hediye edilen eşyalar arasında yedi adet “Şamdanlık” denilen kıymetli kandiller bulunur. “Tay Kazan” (Büyük kazan) diye meşhur olan bronzdan yapılan büyük kazan da bugüne kadar muhafaza edilen tarihi eserlerdendir.

Türbe içerisine girişte bulunan en büyük oda “Kazanhane” denir. Yapımından itibaren, son dönemlere kadar burada Tay Kazan bulunduğunda bu salona Kazanhane ismi verilmiştir.

Tay Kazan 1399 yılında Karnak kentinde Usta Abdülaziz b. Usta Şerafüddin Tebrizi tarafından yapılmıştır. Yedi ayrı metalin karışımından dökülmüş olan Tay Kazan, yaklaşık 2 ton ağırlığında, 2,4 metre genişliğinde, 1,6 metre yüksekliğine, 3 bin litre su alma kapasitesine sahiptir.

Tay Kazan Üzerindeki İşlemeler

Kazanın üstünde üç sıra Arapça sülüs ve küfi hatları ile yazılmış yazılar vardır. Yazılar ilk ve üçüncü sırada 18 cm, ikinci sırada 12 cm yüksekliğinde çerçeve içine yazılmıştır.Birinci sırada:

Tay Kazan’ın üst kısmına sülüs hattı ile Tevbe süresinin 19. Ayeti Kerime’sinin bir kısmı yazılmıştır.

(قال الله تبارك و تعالى اجعلتم سقايه الحاج و عمارة المسجد الحرام الاية)

Meali: Siz hacılara su dağıtma ve Mescid-i Haram’ı imar etme işiyle (Allah’a ve ahiret gününe iman edip; Allah yolunda cihad edenlerin yaptığı işi bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında eşit olamazlar. Allah zalimler topluluğuna hidayet ihsan etmez.)

Bu Ayeti Kerime’nin devamında şu Hadisi Şerif yazılı:

(و قال عليه السلام من بنى سقاية فى سبيل الله تعالى بنى الله تعالى له حوضا فى الجنة)

Manası: Bir kimse Allah rızası için, sulama kabı (kuyu) bina ederse Allah Teala o kimse için cennette havuz bina eder.

Devamında şu cümle yazılıdır:

امربعمارة هذه السقاية الامير الاعظم مالك رقاب الامم المختص بعناية الملك الرحمن امير تيمور كوركان اخلد الله تعالى ملكه لأجل روضة شيخ الإسلام سلطان المشايخ فى العالم شيخ احمد اليسوى قدس الله روحه العزيز فى سنة العشرين من شوال احدى وثمانمأة

Manası: Bu sikayeyi Emir-i Azam, Rahman olan Allah’ın inayeti ile ümmetlerin Padişahı olan Emir Timur Küregan Şeyhülislam, Sultan-ül Meşayih, Şeyh Ahmed Yesevi (k.s.) ravzası için yapmayı emretti. 20 Şevval, 801. (25 Haziran, 1399).;

İkinci sırada:

Kazanın kulpları arasında 20 adet çerçeve bulunmakta olup, onların ikisinin içerisinde kazanı yapan ustanın adı yazılıdır. On çerçeve içerisine ise “Hayırlı Olsun” anlamına gelen farsça “Mübarek bad” cümlesi yazılıdır. Bu on adet çerçevedeki “Mübarek bad” yazısının bir tanesi ters yazılmıştır ki, bu aslında bir hata değildir. İslam mimari ve sanat ustaları tarafından sıkça kullanılan bir usuldür. Yani sanat eserini yapan usta yapmış olduğu eserlerinde kusursuzluk “Allah ile yarışmak, kusursuz eser yaratmak” anlamına geleceği için, aczini ifade ve Allah’ın büyüklüğünü itiraf için eserinin bir yerinde, şuurlu olarak “hata” veya “eksik” yapar.  Burada da “Mübarek bad” cümlesinin ters yazılmasını, kazanı yapan ustanın ‘aczini ifade etmesi’ olarak kabul etmek gerekir.

Üçüncü sırada:

Küfi hat ile “ela el-mülkü lillah” cümlesi 22 defa tekrar yazılmıştır.

Tay Kazan Niçin Yaptırıldı?

Emir Timur Ahmed Yesevi (k.s.) türbesi için niye aynen Kazan yaptırmayı emretti? Kazan yaptırmanın sırrı ne? Bu gibi soruları kısaca şöyle yanıtlayabiliriz: Türbeler için Kazan yapma tarihi eski dönemlere kadar dayanır. Önceleri Türki kabilelerde kabile reisler ve savaşlarda kahramanlık gösteren askerlerin, alimlerin (biliğ), önde gelen insanların kabirleri yanına kazan koyma geleneği mevcuttu. Bu hayırlı adeti sonraki dönemlerde de devam edildi. Hatta şimdi de bir çok zatların kabir ve türbelerine konulmuş çeşitli kazanları görebiliriz.

Böyle meşhur kimselerin kabirlerine veya türbelerine kazan koyma geleneğinin temelinde bu kimselerin vaktiyle insanların ve milletin maddi veya manevi birliğini temin etmiş büyük zatlar olduğuna işaret vardır.

Ahmed Yesevi (k.s.) türbesine Tay Kazan ’ın yapılmasında da Ahmed Yesevi (k.s.) büyük zat olduğuna, buraya ziyarete gelenler onun manevi ruhaniyetinden istifade edeceklerine işaret edilmiştir.

Bu kazanların diğer ismi de sunak veya sıylık kazanlarıdır ki; insanlar odak ve sadakalarını bu kazanların içerisine koyarlar, toplanan bu sadakaları ihtiyaç sahiplerine, medrese ve hanekah dervişlerine paylaştırarak verilirmiş.

Tarihte kazan birliğin, hayır ve bereketin sembolü olmuş, bundan dolayı büyük zatların kabir ve türbeleri yakınına kazan konularak oraya gelen ziyaretçilere önemli mesajlar verilmiştir.

AtinEvcillestirilmesi-OneCikan
BlogKültürelTarihi

At ve Türklerin Atı Evcilleştirmesi

Başka kültür çevrelerinin kalıntılarında bulunmuş at iskeletlerinin fonksiyonel bir değeri yoktur. Örnek olarak bugünkü Türk toplumunu ve kediyi ele alalım. Bundan binlerce yıl sonra bugünkü Türkler’in yaşamış olduğu topraklarda arkeolojik bir inceleme yapılsa, birçok kedi iskeleti ile karşılaşılır. Ama bu iskeletler, kedinin Türkler tarafından evcilleştiridiğini, Türkler’in yaşamında kedinin sosyal ve/veya ekonomik bir unsur olduğunu kanıtlamaz. Önemli olan, kedinin Türk yaşamında fonksiyonel bir değer kazanıp kazanmadığıdır. İşte, atın fonksiyonel bir değer kazanması, ancak Türkler’in öz ve kendi yarattıkları kültürleri olan “Bozkır Kültürü” nde görülmektedir. Bozkır Kültüründe rol onayan baş etken biniciliktir. Binicilik ihtiyacının yerleşik-köylü kültürlerde değil, geniş otlakları ve uzak su başlarını hızla dolaşmak zorunda olan Bozkır Kültüründe duyulacağı açıktır. Bozkır Kültüründe, ilk başta kalabalık sürüleri kollamak gibi bir araç olan binicilik, kısa sürede askerî bir değer kazanarak bozkır savaşçılığının temeli olmuş, at da savaş atı tipine doğru geliştirilmiştir. Andronovo Kültürü’nün yaratıcısı olan savaşçı Proto-Türkler’in çevreye egemen olmaya başlaması, dünya savaş tarihinde 3500 yıllık “Savaş Atı Çağı” nı açmıştır. Hun Türkleri, Çin topraklarında atlı savaşın bilinmediği bir zamanda kendi özgün kültürleri ile göründüklerinde, savaş atlarını da yanlarında getirmişlerdi. Böylece savaş atı, doğuya doğru yayılmış ve Orta Asya ile Doğu Asya’da savaş atı yetiştiriciliği ilk olarak Hunların yayıldıkları Şan-Si bölgesinde görülmüştür.

Atın Evcilleştirilmesi Dünya Tarihinde Sıçramadır

Atın binek hayvanı olarak kullanılması, dünya tarihinde çok önemli bir aşama olup tarıma bağlı hayvancılığın çok üstünde bir kültür atılımıdır. Avcılık yaşamından hayvanları evcilleştirmeye geçek ilk ırk Türkler’dir. At, Türkler tarafından evcilleştirilmiş, Türkler ata binen ilk insanlar olmuştur. Kapanda-Yüs bölgesinde (Afanasyevo-Andronovo kültür çevresi) yapılan kazılarda, MÖ 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır. Atın, Ön Asya ve İndo-Germen kavimlerinin tarihinde önemli bir yeri olmadığı gibi Moğollar’da da sonradan yer almıştır. Moğollar aslen bir bozkır kavmi değil, orman kavmi idi. Fakat daha sonraları Bozkır Kültürü’ne katılmışlar, Türkler’le birlikte bu kültürün uygulayıcısı olmuşlardır. Dolayısıyla, Moğol yaşamında atın yer edinmesi Türk Kültür Çevresi’ne yani Bozkır Kültürü’ne geçmeleriyle başlar. Bütün bunlara karşılık, en eski çağlardan beri Türkler’in siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezî bir rol oynamaktadır. Türkler, yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden millî içkileri olan kımız’ı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Özellikle Çin, atı Türk ülkelerinden sağlardı. Çinliler, sadece Gök Türk çağında, ayrı adlarla anılan 11 cins Türk atından söz etmişlerdir.

Tarihi Çin Belgelerinde Türk Atları

Çin belgelerine göre, Hun Türkleri’nden önce Çin’in kuzey kavimleri atlı savaş yöntemini bilmiyorlardı. Çinliler de atı önceleri yalnızca savaş arabalarında kullanmakta olup MÖ 4. yüzyılda Türkler’le ilk karşılaştıkları zamana kadar Atlı Bozkır Kültürü’nü bilmemekteydiler. Çin tarihlerine göre Türkler her yıl at güreşi düzenler, birinci gelen atın soyunu türetirlerdi. Çinliler, Türk atlarının güzelliğine ve gücüne hayrandılar. En güzel Türk atlarına “Kan Terleyen Atlar” adı verilirdi.

Bozkır Türk’ü, yaşamında çok önemli bir yeri olan, özel ad ve sanlar verdiği ve törenle gömdüğü atı zeka sahibi, gökten inmiş, kutsal bir hayvan olarak düşünmüştür. Asya’daki en eski atlı defin, Andronovo Kültüründe görülmektedir. Atlı defin törenleri, Andronovo Kültüründen dünyaya yayılmış, bu kültürün soyundan gelen Hun ve Avar Türkleri’nce de Germen ve Islav kabilelerine öğretilmiştir. Köl Tigin Yazıtı’nın doğu yüzünün 32-40. satırları ile kuzey yüzünün 2-9. satırlarında Gök-Türk orduları başkomutanı Kül Tigin’in bindiği atlar, adları ile belirtilir. O çağdan beri Türkçe’de “at” olarak söylenen sözcük, Asya Hunlarının evcilleştirdiği hayvanlardan söz eden MÖ’ki Çin kaynağı Shi-Ch’i’de -Çin ağzına uydurularak- k’utti, k’uai-t’i olarak belirtilmektedir. Çince kaynak bu Hun’ca sözün anlamını “daima büyük bir güç ile sıçramaya istekli” diye açıklamıştır. Türkçe’de “at” sözcüğünden türemiş atım, atlamak, atılmak, atmak vb sözcüklerde aynı anlam bugün de korunmaktadır.

Anadolu’da At Kültürü

Türkler, Ön Asya ve Anadolu’ya göç edince at kültürlerini de birlikte getirmişlerdir. İlk İslam döneminde Esb-i Türk (Türk Atı) ünlü idi. At, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da Türk kültüründeki müstesna yerini korumuştur. Kastamonu Beyliğinin yetiştirdiği atlar dünyaca ünlü olup Arap atlarından üstün bulundukları için, her biri bin altından satılıyordu. Türk at kültürü ile birlikte iğdiş, ulak, yam, yamçı, yağız, yılkı vb. Öz Türkçe sözcükler Arapça ve Farsça’ya geçmiştir.

Tek tırnaklılar takımının, Atgiller familyasından bir memeli. Erkeğine aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, yumurtaları çıkarılmış, iğdiş edilmiş olana da beygir denir. Hepsine genelde at adı verilir. Arabide binek ve yük hayvanı olan ata; dabbe, matiyye, semend, tusen-i sütur denir. Cenk atına da rahş denir. Hepsi otla beslenir. Geviş getirmezler. Memeleri kasık bölgesinde arka ayaklarına yakındır. Üçüncü parmakları geniş bir tırnakla çevrilmiş olup “ toynak adını alır. Bunun üzerine basarak yürürler. İnsanlara hizmet eden hayvanların en kabiliyetlisi ve kıymetlisidir. İnsanların, eski harp meydanlarındaki yardımcısı, yük taşımada hizmetçisi, yarış, cirit, çit atlama ve av sporlarında neşe ve zevk ortağıdır. Silah gürültüsüne ve bando sesine rahatlıkla alışır. At, cesur ve atılgan olduğu gibi sahibine son derece itaatkardır. Sahibi dilerse dolu dizgin, dörtnala koşar, isterse aheste yürür, isterse durur. Her durumda sahibini memnun etmeye dikkat eder. Yorgunluğa bakmaksızın kendini çatlatmak pahasına da olsa olanca gayret ve kuvvetini itaat uğruna sarf eder. Bugün Amerikan bozkırlarında yaşayan Mustang adıyla anılan vahşi atlar, İspanyolların Amerika’ya götürdükleri ehli atlardan kaçanlardan yabanileşenlerdir. Az yiyecekle yetinip, her türlü iklim şartlarına dayanırlar.

Dünyada Bilinen Vahşi Atlar

Tarpan adıyla anılan Avrupa yaban atının (E. caballus gmelini) 1876’dan beri nesli tükendi. Bugün eski dünyada hala neslini devam ettiren yalnız bir yaban atı vardır. Bu at Orta Asya Moğolistanının soğuk ve ıssız ovalarında yaşar. Asya yaban atı veya Prezevalski dendiği gibi Moğolistan yaban atı da denir. Altay dağlarının her iki yanında yaşar. Siyah kısa ve dik yeleleri ile, ağır ve iri başları, küçük kulakları, uzun kıllı kuyrukları ile evcil atlardan farklılık gösterirler. Renkleri kırmızımtrak kahverengi olup çekici bir görünüşleri vardır. Burun kısımları beyazdır. Kışın kılları uzayarak soğuktan korunurlar.

Evcil atlar: Tahminen 4000 seneden beri insanlara hizmet etmektedir. Bugünkü modern atların Asya yaban atından türediği şüphelidir. Bazı zoologlar Avrupa yaban atından türediğini ileri sürmektedirler. Evcilleştirilmiş atların birçok soyları vardır. Bugün küçük Midilli atları ile Safkan Arap atlarının soy kütüğü kesin olarak bilinmemektedir. Atlar 20-30 sene yaşar, bazı kısraklar 15 yaşına kadar doğurur. On bir ay gebe kalır ve genellikle bir yavru doğururlar. Yavrunun gözleri açık olarak doğar ve birkaç dakika sonra ayağa kalkarak annesini takibe başlar. Yük çekme ve taşıma atları, kalın bacaklı, iri cüsselidir. Binek ve yarış atları ince uzun bacaklıdır. Atlar arasında haset yok ise de, birbirlerine gıpta etmek huyları vardır. Bu da yarışta, hendek ve çit atlamada kendini gösterir. Birbirlerine imrenerek daha hızlı koşup öne geçmek isterler. Saatte 60-70 km hızla koşanları vardır. Atların tüy renkleri çeşitli olup, renklerine göre çeşitli isimler alırlar. En tanınmışları: Ak, akçıl, kır, al, alakı, geyik kırı, çil yeşil, al pekmez köpüğü, doru, hurma dorusu vs.’dir. Erkek eşek ile kısrak eşleştirilirse katır elde edilir. Aygır (erkek at) ile dişi eşeğin birleşmesinden de barda denen katır çeşidi elde edilir. Her iki melez de üremezler. Katır, bardadan daha dayanıklıdır.

At Çeşitleri

Arap atı

Çok dayanıklı mükemmel bir binek ve yarış atıdır. Arabistana geçen Orta Asya ve Anadolu Türk atlarından türemiştir. İngiliz atlarından daha dayanıklı olup, 24-28 saat hiç su içmeden yol alabilir.

İngiliz atı

İyi bir binek ve yarış atıdır. Özellikle yarış için yetiştirilir. Arap aygırı ile İngiliz yerli kısraklarının çiftleştirilmesinden türetilmiş bir soydur. Arab atından daha uzun bacaklıdır.

Akhal Teke

Hiç bir at cinsinde görünmeyen özelliklere sahiptir, güçlü ve dayanıklı iri badem gözlü uzun boyunlu dik kulaklı hiçbir atta görünmeyen renk değişikliğine sahiptir.

Midilli atı

Küçük, sakin ve dayanıklı bir at çeşididir. Keçi veya koç iriliğindedir. Çocuklar için iyi bir binek hayvanıdır. Hafif gezinti arabalarına koşulduğu gibi maden ocaklarında da istifade edilir. Shetland, İzlanda ve Norveç midillileri meşhurdur.

At yetiştiriciliği: Asya, Avustralya ve Amerikadaki geniş bozkırlarda hâlâ vahşi at sürüleri yaşamaktadır. Evcil atlar haralarda yetiştirilir. Ülkemizde ilk hara 1913’te Aziziye’de kuruldu. Türkiye’nin ilk modern harası ise 1924’te açılan Karacabey harasıdır. Atın evcilleşmesi Przewalski atı (Equus ferus przewalskii) olarak tanınan Moğol kirtag, bugün yaşayan tek vahşi attır.

Peki ya At evcilleştirilmese ne olurdu?

KazakistanGucu-OneCikan
KazakistanTarihi

OrtaAsya’nın Görünmeyen Gücü Kazakistan

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ( SSCB)’nin  1991 yılında yıkılmasıyla uluslararası konjonktüre on beş yeni devlet daha katılmış oldu. 1985 yılında SSCB Devlet Başkanı olarak göreve başlayan ve büyük ölçüde ABD ile  yaşanan Soğuk Savaşı bitiren Mihail Gorbaçov; SSCB’nin dağılmasını önlemek amacıyla Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık) politikalarını uygulamaya koydu. Nitekim uygulanan bu politikalarla daha esnek bir yönetimi benimseyerek dağılmayı önlemek isteyen Gorbaçov’un bu çabaları sonuç vermemiş; SSCB 1991 yılında dağılmasıyla on beş cumhuriyet ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce zaten birlik içerisinde bağımsızlık hareketleri artmaya başlamıştı. SSCB’nin dağılmasından sonra on beş cumhuriyet ulus-devlet olma  yolunda çabaları ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra dünyanın gözü artık Kafkasya ve Orta Asya’ya çevrilmiş oldu. Orta Asya coğrafyası içerisinde büyük bir alana sahip olan Kazakistan; başta Rusya Federasyonu olmak üzere Batı Avrupa’nın ve ABD’nin de  yakından takip ettiği bir ülke konumundadır.

Bağımsızlık Sonrası Rusya Federasyonu- Kazakistan İlişkileri

Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi bugün Rusya Federasyonu için Kafkaslar ve Orta Asya önemli bir jeopolitik bölgedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nun Orta Asya bölgesinde  en çok önem verdiği ülke Kazakistan olmuştur. Kazakistan 1991 yılı öncesinde ”Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” olarak  Sovyetler Birliği’ne bağlıydı. Çarlık döneminde  uygulanan Ruslaştırma politikaları Orta Asya’da da uygulanmaya çalışılmış; bu politika Orta Asya ve Kafkasyada bağımsızlık hareketlerini güçlendirmiştir. 1991 yılında tüm Kafkasya ve Orta Asya’yı saran bağımsızlık mücadeleleri Kazakistan da da etkili olmuş ve birliğin dağılmasından sonra varlığını Kazakistan Cumhuriyeti olarak devam ettirmektedir. Yüzölçümü olarak geniş bir alana sahip olan Kazakistan aynı zamanda yeraltı kaynakları  bakımından da çok zengin bir ülke oluşu; gerek Rusya’nın sürekli  kontrol altına almak istediği gerekse batının ilgilisi çeken bir ülke olmuştur.

Kazakistan’ın doğal kaynak bakımından zengin oluşu ve Orta Asya da önemli bir ülke olması nedeniyle Rusya Federasyonu’nun ilişkileri sıcak tutmak istediği ülkedir. Kazakistan ve Rusya arasındaki ilişkilerde bir diğer önemli nokta ise bağımsızlık sonrasında  8 aralık 1991 tarihinde oluşturulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)  anlaşmasını imzalaması olmuştur. Kazakistan, Rusya’nın 1992 yılının Mayıs ayında Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardımlaşma Anlaşması akdettiği ilk BDT devleti olmuştur.[1]

Kazakistan bu tarihten sonraki dış politika ilişkilerinde tek yönlü bir politika izlemeyi tercih etmemiş; her ülkeye eşit mesafede yaklaşımı benimseyen çok yönlü dış politikayı uygulamayı amaçlamıştır. 1991 yılında göreve gelen Kazakistan’ın kurucu devlet başkanı olan Nursultan Nazarbayev de Kazakistan’ın uluslararası ortama entegre olabilmesi için modernleşmeyi öngörmüştür.

Ancak bu modernleşme batı geleneklerinin ve sisteminin Kazakistan’da doğrudan uygulanması şeklinde olmamış; geleneklere bağlı kalarak bir modernleşmeyi beraberinde getirmiştir.

Rusya İle İlişkiler

Rusya Federasyon’un Orta Asya da en fazla işbirliği içerisinde olduğu Kazakistan’ın ekonomik, siyasi ve askeri yapısının Orta Asya ülkeleri arasında en iyi seviyede olmasının en büyük sebebi şüphesiz Rusya ile kurulan iyi ilişkilerdir. Rusya’nın Kazakistan Orta Asya ilişkilerinde belirleyici olan önemli bir nokta ise askeri işbirliği anlaşmasının imzalanması ve askeri üsler konusudur. Rusya SSCB döneminde ve hatta çarlık döneminden itibaren başta Kazakistan olmak üzere Orta Asya da bir güvenlik kuşağı oluşturmuştur. Buradaki amaçta Çin’in bölgede etkin olmasını engelleme ve bölgeyi kontrol altına almak olmuştur. Bu amaçla jeopolitik ve jeostratejik açısından önemli olan söz konusu bölgeye askeri üsler yerleştirilmiştir. Askeri üslerin yanında Rusya Federasyonu bölgede etkiliğini arttırmak ve devam ettirmek amacıyla Kazakistan’a ”yakın çevre doktrini” oluşturmuştur. Kazakistan ile Rusya arasında  bir diğer önemli bir gelişme ise enerji alanında olmuştur. Kazakistan, Türkmenistan gibi Rusya ile imzaladığı ortak bir deklarasyonla Hazar petrollerini Rusya üzerinden pazarlayacağını ilan etti.[2] Kazakistan’ın  Hazar petrolleri konusunda genel olarak Rusya tarafında yer alması eleştirilmiş ve bunun Kazakistan için olumsuz sonuçlar doğuracağı ifade edilmişti.  2000 yılında ise ekonomik gelişmelere paralel olarak  Beyaz Rusya, Tacikistan, Kırgızistan ve  Rusya Federasyonu ile ” Avrasya Ekonomik Topluluğu’nu”oluşturmuştur.

Sovyet Sonrası Süreç

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu ve Kazakistan cumhuriyeti arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşması imzalanmış ve Rusya Kazakistan da daha önce tarihlerde  stratejik açıdan önemli olan bölgelere  yedi tane büyük askeri üs kurularak buradaki üs haklarını  bu anlaşmayla korumaya almıştır. Rusya federasyonu ile Kazakistan arasında askeri işbirliğinin bir diğer görüntüsü ise  2002 tarihinde imzalanan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ)dür. Anlaşma genel olarak Bağımsız devletler topluluğunun altı ülkesi ile imzalanmış ve taraflar bu anlaşmayla hükümetlerarası askeri ittifak kurmuşlardır.

Tarihsel olarak önemli bir jeopolitik ve jeostratejik bölgeyi kapsayan Kazakistan Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Asya cumhuriyetleri içerisinde ekonomik,siyasi ve askeri alanlarda en çok gelişen ülke olmuştur. Kazakistan’ın bu gelişmesinde şüphesiz bağımsızlık sonrası Rusya Federasyonu ile kurduğu pragmatik ilişkiler ve çok yönlü dış politika benimsemesi etkili olmuştur. Hem Orta Asyada tek nükleer güce sahip olması hem de yeraltı kaynakları bakımından zengin olması Rusya’nın bölgeye olan hassasiyetini arttırmakta; yeterli doğal kaynağı olmayan batının bu bölgeye yaklaşımını istememektedir.

SSCB’nin yıkılmasından sonra Rusya’nın bölgede hakimiyetinin eskisi kadar olmamasını bir avantaj olarak değerlendiren ABD,Çin ve Batı Avrupa;  Orta Asya’ya  daha çok dikkat çekmekte ve bunun sonucunda da Ortaya Asyada bir  güç mücadelesi ortamı ortaya çıkmaya başlamaktadır.

Türkiye-Kazakistan ilişkileri: Ortak tarihi bağlardan Siyasi, Ekonomik, Askeri işbirliğine

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) içerisinde yer alan Kazakistan’ın 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle Türkiye Kazakistan Cumhuriyetini tanıyan ilk ülke olmuştur. Kazakistan ile Türkiye’nin ortak tarihi ve kültürel bağlara sahip olması iki ülkenin iyi ilişkiler geliştirmesinde etkili olmuştur. Kazakistan’ın Türk cumhuriyetleri içerisinde ekonomik, siyasi ve askeri alanda en gelişmiş ülke olması Türkiye’nin Kazakistan’la ilişkilerin boyutunu da belirlemektedir.  Siyasi ilişkiler bağlamında Kazakistan -Türkiye ilişkileri genel olarak iyi bir noktadadır. Nitekim Türkiye’nin Orta Asyada etkili bir ülke olması için Kazakistan ile olan siyasi diyalogunu geliştirmesi ve bu yönde politikalar benimsemesi gerekmektedir.

Kazakistan’ın bağımsızlık sonrası çözmesi gereken en önemli sorunlardan biride diğer Orta Asya ülkelerine nazaran Rus nüfus yoğunluğun en fazla olduğu bölge olması nedeniyle geleneksel yapıların ve kültürün asimile olmasını engellemekti. Bu amaçla Kazakistan kurucu devlet başkanı Nursultan Nazarbayevde bağımsızlık sonrası ülkenin resmi dilini kazakça olarak belirlemiştir. Ayrıca Türkiye ile Kazakistan arasında 2010 tarihinde gerçekleştirilen ”Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” de önemli bir gelişme olmuştur.

Kazakistan 1991 sonrasında ciddi bir ekonomik bunalım yaşamış, sahip olduğu petrol ve doğal kaynakların zenginliği ile bu bunalımı asgari düzeye indirmiştir. Kazakistan’ın bu özelliği başta ABD olmak üzere Rusya Federasyonu, Çin ve Batı Avrupa’nın bölgede ticari faaliyetler gerçekleştirmesine imkan tanımıştır.

Türkiye ve Kazakistan ilişkileri sadece ortak tarih ve kültürel bağlar kapsamında ilerlemiyor. Aynı zamanda Kazakistan’ın bağımsızlık sonrası uluslararası pazara entegre olmasında ABD’den sonra  Türk şirketlerinin bölgede ticari faaliyetler gerçekleştirmesi de etkili olmuştur.

Ekonomik ilişkilerin yanında Türkiye ve Kazakistan arasında askeri işbirliği içinde son yıllarda karşılıklı adımlar atılmaya başlandı. Bunlardan en  önemlisi 2013 yılında Azerbaycan’ın Bakü şehrinde imzalanan Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan arasında kurulan;  ”Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı (TAKM)”nın kurulması olmuştur. Bu yeni oluşuma  Kazakistan’ın da dahil edilmesi gündeme gelmekle; Orta Asya ve Kafkasların önemli ülkeleri arasında askeri işbirliği gerçekleştirmek amacıyla somut adımlar atılmış oldu.

Uluslararası Örgütlerde Kazakistan’ın Yeri:

Bağımsızlığını kazanmasıyla beraber hemen hemen bütün uluslararası örgütlenmenin içine girmeyi başaran Kazakistan, bu konumuyla dünyada kendinden söz ettiren bir Türk ülkesi olmayı başarmıştır. Dış politikasında çok yönlülüğe önem veren Kazakistan, ekonomik gücüyle de Batılı ülkelerin ilgisini çekmeyi başarmıştır.

Rusya’yla olan derin ekonomik ve siyasi işbirliğinin yanı sıra NATO’nun Barış İçin İşbirliği Örgütünde bulunmaktadır. Ayrıca 2010’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği teşkilatının başkanlığını üstlenen Astana, Şangay İşbirliği Örgütü’nün de en önemli ülkesidir. Nazarbayev bölgedeki bütünleşme çabalarına çok önem vermiş ve bu bölgede kurulan birçok örgütün temelini de atmıştır. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, CICA(Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı) Orta Asya Birliği ve Avrasya Ekonomik İşbirliği Örgütü bunlardan en önemli olanlarıdır.

Türkiye’yle beraber Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirveleri sürecine önemli katkılarda bulunmuştur. İslam İşbirliği Teşkilatı’nda da faal olan İKÖ Dışişleri Bakanları Konseyi’nin 2011’de dönem başkanlığını yapmıştır.

Kazakistan uluslararası arenada önemli bir noktaya gelmesini dahil olduğu bu örgütlere borçludur. Bu örgütler sayesinde bölgesinde önemli bir ülke konumunu kazanmıştır.

Rusya’nın Avrasya Politikasında Kazakistan’ın Yeri ve Önemi:

SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte eski post-Sovyet coğrafyasında işbirliği düzeyi ve etkileşim önemli ölçüde azaldı. Orta Asya ülkeleri kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yeni ekonomik ortaklıklar arama ve Batı’ya entegre olma çabası içerisine girdiler. Bu stratejik eğilim doğrultusunda da Moskova’dan hem ekonomik hem de politik alanda uzaklaştılar. Aynı durum Rusya Federasyonu için de geçerliydi. Sovyetlerin yıkılmasıyla  birlikte ekonomik sorunlarla uğraşan Rusya,eski Sovyet ülkeleriyle bağlarını koparma yoluna gitti. Ancak Boris Yeltsin iktidarının son dönemlerinde muhalif kesimin de etkisiyle bu coğrafyaya yönelen Rusya; siyasi ve ekonomik bağları yeniden kurmak için çeşitli işbirliği örgütleri kurmak durumunda kaldı.

Özellikle Putin döneminde ivme kazanan Avrasyacılık fikri; esas itibariyle 20.yy’ın başında Çarlık Rusyasında kimlik bunalımıyla ortaya çıkan bir kavramdır ve Sovyetlerin kurulmasına da fikri açıdan hizmet etmiştir. Birçok Rus bilim adamı bu fikre katkı sağlayacak çalışmalar yapmış; Sovyetlerin kurulmasıyla da fikir teorikten pratiğe dökülmüştür. Fikir genel itibariyle Rusya’nın Batı ve Doğu kültürleri arasında birleştirici bir ülke olduğunu; her iki kültürden de beslenmekle aslında hiçbir kültüre bağlı olmadığını savunur. Avrasya’da Rusya’nın dengeleyici bir rolü olduğuna; Rusya’nın bu coğrafyada önemli sorumlulukları olduğuna işaret eder. Sovyetler döneminde kendini bulan Klasik Avrasyacılık; SSCB çöktükten sonra da Yeni Avrasyacılık olarak Rusya Federasyonunun dış politikasında sahneye çıktı. Bu bağlamda Vladimir Putin döneminde IMF’ye borçlarını ödeyip ekonomik sorunlarını çözen ve dış politikasında daha özgür bir alan oluşturan Rusya; bölgesel aktörlerle işbirliği kurup ayakta kalabilmek,sonra da kendi başına bir kutup oluşturmak amacıyla ‘Yakın Çevre’ doktirinini benimsedi.

Aynı zamanda Kazakistan başbakanı Nursutan Nazarbayev tarafından  da Sovyet sonrası bölgede özellikle ekonomik alanda işbirliğinin artırılması için desteklenen Avrasyacılık fikri,ilk defa 1994’te Moskova Üniversitesinde Nazarbayev tarafından dile getirilmiştir. Böylece Nazarbayev fikrin tanıtıcı vazifesini üstlenmiştir. Nazarbayev’e göre Avrasya coğrafyasının en önemli güçleri Rusya,Kazakistan ve Türkiye’dir. Rusya’ya bağımlı olan Kazak dış politikası ve ekonomisi Avrasyacılık fikrine destek vermektedir. Avrasya Birliğinin gerçekleşmesi çalışmalarına destek vermek için Türk tarihiyle ilgilenen Rus tarihçi ve Klasik Avrasyacılığın kurucusu Gumilev’in adına Kazakistan’da bir üniversite kurulmuştur. Bu bilgiler doğrultusunda Nazarbayev’in Avrasyacılığının etnik değil, bölgesel olduğunu ve Rusya’nın merkeziyetçiliğini kabul ettiğini söyleyebiliriz.

Putin’in Yakın Çevre doktriniyle birlikte bölgesel bütünleşme içerisine giren Rusya, bu ülkelerin ABD merkezli Atlantikçi yapının içerisine girmesini önlemeye çalışmaktadır. Bunu da BDT gibi girişimlerde bulunarak ve Avrasyacılık fikrini ön plana çıkararak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. 1 Ocak 2012’de Avrasya Ekonomik Alanı’nın Rusya, Kazakistan ve Beyaz Rusya arasında imzalanmasıyla amacına ulaşan Rusya, bölgede ABD etkisinin kırılmasını önlemek yolunda önemli bir adım atmıştır. 2015’e doğru Avrasya Ekonomik Birliği’ne dönüşecek olan AEA’nın Avrupa Birliği’nin yapılanma modelini örnek alacağı söylense de Birlik’in Sovyetler’i anımsatacağı da konuşulmaktadır.

Sonuç

Kazakistan’ın önemi jeopolitik konumundan ve sahip olduğu hidrokarbon kaynaklarından kaynaklanır. Bağımsızlığına kavuştuktan sonra diğer Türki cumhuriyetler gibi iç sorunlarla boğuşmayan Kazakistan bütün enerjisini kalkınmaya ve modern dünyada iyi bir yer edinmeye harcamıştır. ABD, Çin ve Rusya’nın bu coğrafyadaki yarışlarının odak noktasını oluşturan Kazakistan, uluslararası örgütlerde aktif rol üstlenerek, dünyayı ilgilendiren konularda söz sahibi olmaya çalışmaktadır. ABD’ye dayanan Atlantikçi sistemden ziyade Avrasyacılık’a yönelen Nazarbayev, Rusya’yla beraber Avrasya coğrafyasında önemli roller üstlenmeye hazırlanmaktadır. Nazarbayev’in Kazakistan gayrı safi milli hasılasını 2015 yılında 200 milyar dolara çıkartmayı hedeflemesi de, ülkenin Merkezi Asya’nın görünmez gücü olduğunu kanıtlamaktadır.

Gözde TOP / Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümü

Sinem KARADAĞ / Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve AB bölümü

Dukha-OneCikan
KültürelMoğolistanTarihi

Moğolistan’da Dukha Türkleri

Geniş coğrafyasına rağmen seyrek nüfuslu bir ülke olan Moğolistan soğukla mücadele etmeyi biliyor. Şehirlerde yaşam biraz çileli olsa da kırsal kesimde insanlar doğayla iç içe… Ülkenin en küçük etnik grubunu oluşturan Dukha Türkleri’nin yaşam kaynağı ise çok ilginç: Ren geyikleri…

Yüz ölçümü Türkiye’nin iki katı olan ülkede sadece 3 milyon kişi yaşıyor. Nüfusun yarısı da dünyanın en soğuk başkenti olan Ulanbatur’da yaşamakta. Başkentte yaşayanlar şehrin stresi, hava kirliliği, trafikle boğuşurken, onlardan yaklaşık 1000 kilometre kuzeyde küçük bir topluluk, zorlu doğa şartlarında yaşam mücadelesi veriyor. Moğolistan’ın en küçük etnik topluluğu Dukha Türkleri…Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin olan Orhun Yazıtlarına ev sahipliği yapan Moğolistan, 600 kişilik Dukha Türklerinin de vatanı. Dukha Türkleri, ülkenin kuzeyindeki Huvsgul vilayetindeki Tsaagaannur’da yaşıyor. Vilayetin merkezi Mörön’ün girişinde, iki Ren geyiğinin bulunduğu bir tak sizi karşılıyor. 55 aileden oluşan 220 kişi taygalarda yaşamını sürdürüyor. Diğerleri ise kasabada yaşıyor. Hava sıcaklığı kış aylarında -30, -50 dereceleri buluyor. Ren geyiği yetiştiren ve onlarla birlikte yaşayan Dukha Türkleri’ne Moğolların verdiği isim ise geyik çobanı anlamındaki ‘Tsaatan’. Dukha Türkleri, Moğolistan’daki iki şamanist topluluktan biri. Unutulmaya yüz tutan Dukhacayı daha çok yaşlılar konuşuyor, gençler ise Moğolca konuşuyor. Dukha Türklerinin yaşam kaynağı Ren geyikleri. Sert kış koşullarına dayanıklı ren geyikleri onların yoldaşı olmuş. Ren geyiklerinden elde ettikleri ürünleri kullanıyorlar. Sütünden peynir yapıyorlar, boynuzlarından hediyelik eşya, derisinden de kışlık çizmeler… En son aşamada ise etini yiyorlar.

Dukha Türklerinin Bahar Umudu

Dukhalar, Ren geyiklerini turizmde de kullanıyor. Özellikle Avrupalı ve Amerikalı turistler taygalara gelerek, bir süre onların çadırlarında yaşıyor, geyik sağıyor. Yılda dört kez göç eden Dukha Türklerinin toplam bin 600 Ren geyiği bulunuyor. 100’den fazla Ren geyiğini iki veya üç kişi güdebiliyor. Dukha Türkleri, TİKA tarafından temin edilen 19 damızlık geyik sayesinde yeni bir geyik ırkı yetiştirecek. Tuva Özerk Cumhuriyeti’nden alınan geyiklerden 14’ü hamile. Altı ay sonra doğum yapacak olan geyikler, Dukha Türkleri’nin Ren geyiklerinin genetik kalitesinin artmasını da sağlayacak.

Rehber Büyükelçiden Tüyolar

Moğolistan’da görev yapan Türk Büyükelçi Murat Karagöz Dışişleri Bakanlığı’na girmeden önce, üniversite yıllarında turist rehberi olarak çalışmış. Karagöz, 2,5 yıllık rehberlik tecrübesini bugün diplomaside kullanıyor. Moğolistan’a gelen dostlarının rehberliğini bizzat kendisi yapıyor. Bir yılı aşkın süredir Moğolistan’da görev yapan Karagöz, her geçen gün ülkeye ve geleneklerine dair yeni şeyler öğrendiğini söylüyor.

Moğolistan’da Göçebe Hayata Tanık Olun

Karagöz, Orhun Yazıtları’nın, Gobi Çölü’nün, Karakurum Müzesi’nin ve Budizmin merkezlerinden biri olan Erdene Zuu Manastırı’nın görülmesi gereken yerlerden olduğunu söylüyor. Moğolistan’a gelenlerin mutlaka göçebe hayata tanık olmasını tavsiye eden Karagöz; ülkeyi gezmek için en az yedi ila 10 gün ayrılması gerektiğini anlatıyor. Ziyaret için favori zamanların Moğolistan bayramları olduğunu belirten Karagöz, “Gelenekleri gözlemlemeniz için iki bayram var. İlki şubat sonundaki Tsagaan Sar yani Beyaz Ay Bayramı ikincisi yaz aylarındaki Naadam Festivali… Festival güreş, okçuluk ve atçılık oyunlarından oluşuyor. Üç-dört gün sürüyor. Bütün Moğolistan ayaktadır o zaman. Stadyum büyüklüğünde bir sahaya bine yakın güreşçi çıkıyor. O güreşçilerin selamlama biçimleri, kıyafetleri, selamlama şarkıları, bunları yerinde görmeniz gerekir. Açılışında bir resmi geçit yapılıyor” diyor.

Dukhalarda Ne Yenir?

Sofrada mutlaka koyun eti bulunur. Tsagaan Sar’da sofranın değişmeyen zenginliği. Öne çıkan yemekleri mantıya benzeyen, kıyma yerine parça etle yapılan buuz ve çiğ böreğe benzeyen khuushuur. Kışın sütlü Moğol çayı içiliyor. Ancak, bu çayın içine tuz, hatta bazı yerlerde et ve tereyağı atılıyor. Yaz aylarında ise kısrak sütü kımız tüketiliyor.

Moğolistan’a Vizesiz Seyahat

Moğolistan’a 30 güne kadar olan ziyaretlerde vizeye ihtiyaç yok. THY, haftada üç kez uçuyor. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te teknik bir duruş yapılıyor. Türkiye’den yılda üç bin yolcu Moğolistan’a gidiyor. Bunların büyük çoğunluğunu Türkiye’de eğitim gören öğrenciler oluşturuyor. Özellikle haziran, temmuz, ağustos ve eylül ayları turizm amaçlı kullanılıyor.

Ipekyolu-OneCikan
ÇinKültürelTarihi

İpek Yolunda Tarih Yolculuğu

“Kainatta iki yol vardır.

Gökyüzünde Samanyolu, Yeryüzünde İpek Yolu.”

Özbek Atasözü

İPEK YOLU – İLİM VE MEDENİYET YOLU

Son zamanlarda İpek Yolu sık gündeme gelen konulardan biridir. Dünya ekonomisinin küreselleşme süreci içerisinde devletler dünya pazarına o kadar bağlıdırlar ki küresel olmayan ekonomi fikri düşünülemez hale gelmiştir. Ekonomiyi canlı tutan, devletler arasındaki ticari ilişkiler ve ılımlı yakın münasebetlerdir. Bu münasebetleri tarihte İpek Yolu diye bilinen o meşhur yol (sistem) oluşturmuştur. İpek Yolunun önemi de bu sistemi kurmuş olmasından gelir. Bununla beraber İpek Yolu sadece ticari ilişkilerin gerçekleştiği bir yol değildir. Aynı zaman ilim, medeniyet ve terakkiyat yoludur. İpek Yolu sadece tarihi ticaret yolu olarak değil, aynı zamanda medeni kültürel yönü ile de değerlendirilmelidir. Bu yönü İpek Yolunun işlek hale gelmesinde ticaretin önemini inkâr etmez.

Kervanlar yüzyıllar boyunca İpek Yolu üzerinde sadece ipek değil, ilim ve medeniyeti de taşımışlardır. Bu yol Asya kıtasının ilmi ve kültürel yönden kalkınmasına etken olmuştur.

İPEK YOLU’NDA TARİH

İlk olarak Çin’de üretilmeye başlayan İpek, zamanla dünyanın diğer ülkelerine ihrac edilmeye başlandı. İpek ticaretinin karlı bir ticaret olması, Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan ticaret yoluna, bu yollarda taşınan en kıymetli ticaret malının adının verilmesine, İpek Yolu adı ile tanımlanmasına sebep olmuştur.

Bu Yol – kardeşlik, hoşgörü, ilim, medeniyet, kültür ve maneviyatin yolu olmuştur. **İpek Yolu ’**nun tarihi 3 bin yıl öncesine dayanmakta; Çin’den Avrupa’ya kadar uzanan bu yol bir çok milletlerin, medeniyetlerin, örf ve adetlerin bir biri ile yakından tanıştığı, kucaklaştığı güzergah olmuştur.

ÇİN SEDDİ

Çin deyince akla ilk gelen hususlardan birisi de Çin Seddidir. Yüzlerce kilometre uzunlukta, tarihi de bir o kadar uzun olan bu yol, yüzyıllar geçmesine rağmen hala varlığını muhafaza edegelmesi ile insanları düşünmeye sevk eder. Yapı olarak Eski Çin mimarisinin büyük yapılarından biri olan Çin SeddiÇin kaynaklarına göre, IX.yüzyılda, Hun devleti akınlarından korunabilmek için yaptırılmıştır. M.Ö. 770 – 470 yıllar arasında dağınık halde yaşayan farklı Çin kabileleri kendi aralarında devamlı mücadele ve savaş halinde olmuşlar; Şehir, kasaba ve köyleri yüksek duvarlarla çevirerek, kendilerine ait olan bölgeleri korumuşlardır. Böylece ilk koruma duvarlarının yapımı ve “set çekme” geleneği başlamıştır.

Tarihte Çin Seddi için- ***“Devletler arasındaki müdafaa duvarı”***, “Hunlardan  müdafaa uzun duvarı”, “Çin Devleti ön duvarı” – gibi farklı isimler kullanılmıştır. M.Ö.221 yılında dağınık küçük devletleri birleştirerek ilk birleşik Çin Devletini kuran Çin Şi Huandi; kuzeyden gelecek atlık akınlara karşı önlem almak için devletinin kuzey kısmına yüksek duvar yapımını başlatır. Böylelikle önceden yapılmış duvarları birleştirerek uzun bir sınır duvarı oluşturur. Sonuç olarak 5 bin km. uzunlukta devasa bir yapı ortaya çıkar. Sonraki dönemlerde duvar devamlı tamir edilmekle beraber ilaveler de yapılmış; Çin’in bir tarafından diğer tarafına kadar uzanan Çin Seddinin uzunluğu **5 bin km.**yi geçmiştir. Çin Seddi aynı zamanda eski Çin’in kuzey sınır hattını da oluşturmaktadır.

Bir çok defa restore edilen ve genişletilen duvar Min sülalesi (1368 – 1644) devrinde tekrar genişletilerek 7.3 bin km. uzunluğa ulaştı. Dokuz kısma ayrılan sınır hudutlarında bir milyona yakın asker bulunuyordu.  Sonraki dönemlerde Çin’in büyüyerek sınırlarını genişletmesi sonucu Çin Seddi devlet sınırları içerisinde kalarak önceki önemli fonksiyonunu kaybetti.

TARİHİ HATIRA

Çin Seddi, dağlı bölgelerde dağların en uç kısmında yapılmıştır. Duvarın yüksekliği bölgelere göre farklı olup, 8 metre yüksekliğinde, genişliği de 5 – 8 metre civarındadır. Belli aralıklarda gözetleme yerleri vardır.

Dünyaca meşhur olan Çin Seddi milyonların dikkatini çekiyor. Çin’e gelen seyyahlar mutlaka Çin Seddine çıkmadan gitmiyorlar. “Çin Seddine çıkmayan kahraman olmaz” – ibaresi atasözü haline gelmiş. Bugün Çin Seddi bölücü, sınır duvarı olmaktan öte farklı medeniyetlerin, farklı lisanlarda konuşan insanların buluştuğu ortak bir nokta haline gelmiş durumda. Yüzyılları geride bırakan bu devasa duvar tarihin nice sınavlarına direniş göstererek ayakta kalmayı başarmış. Böylece asıl yapımı koruma duvarı olan Çin Seddi bugün,  yeni nesillere tarihten ders veriyor.

Çin Seddine bakınca – “Bu duvar tarih sayfalarına kendi adını yazdırmayı başarmış ve milyonları kendine çeken mıknatıs haline gelmiş.

İnsanların eğitimine özellikle manevi tekamülü için çaba sarf eden yapılar Çin Seddi yaşına gelince, şuandaki Çin Seddinin öneminde daha fazla önem, onun kıymetinden daha fazla kıymet kazanacağı şüphesizdir” – diye düşünüyorsunuz.

Tüm okuyucularımızı İpek Yolundan sevgi ve hürmetle selamlar… Büyük İpek Yoluna tarihi yolculuğa davet ediyoruz.

TurkCadiri-OneCikan
KültürelTarihi

Eski Türk Çadırında Neler Vardır?

Eski Türk Çadırı yaşantısı içerisinde nelerin bulunduğu gibi bilinmeyenler sebebiyle insanların zihninde merak uyandırmaktadır. Peki gerçekte ne barındırır Türk Çadır ?

1. Tüynük/ Tündük (toono)

Evin hem bacası, hem de penceresidir. Genellikle bunun üzerine keçeden “tümüldük (örh)” örtülür. Tümüldük gece kapanır, gündüz açılır. Tümüldüğün tan çağında açılması gerekir. Geç kalan evlere halk arasında tembel gözüyle bakılır.

2. Endek/Kütü (deever)

Evin üstünü örten keçe kaplama. Bunu dışına “ak kösk (cagaan bürees)” denen kumaş örtülerek evin ak görülmesi sağlanır. Kara evler hizmetlileri gösterir.

3. Sırguk (bagana)

Evin direği denen şey işte budur. Tündüğü yerinde tutar.

4. Ok (un’)

Evin üst yapısını veren ağaç çıtalar. Alt uçları terim başlarına bağlanıp üst uçları tüynükteki yuvalarına yerleştirilir.

5. Oçuk (golomt)

Ot evin tam bu ortasında yakılır. İki sırık ortası ya da ocak üzerinden bir şey alınıp verilmez. Ocakta “tağan (tulga)” denen üç ya da dört ayak üzerine eşiç yerleştirilerek yemek ve çay yapılır.

6. Tör (hoimori)

Resimde bir yanlış var. Bu alçak masanın göründüğü yer evin iyesinin yeridir. Gelen erkek konuklar önem sırasına göre sağına doğru sıralanarak oturur. Sol yanı ise kadınların yeridir. Dolayısıyla bize göre sağdaki sırığın yanı evin eşinin ocağı idare ettiği yerdir. Yere oturmak için üzerine kalın iplerle iğne işlemesi yapılmış keçe “sırmak (şirees)” parçaları serilir.

7. Terim (hana)

Moğolca duvar anlamına gelen “hana” sözünün çoğulu olarak kanat dendiği de görülüyor. Evin çember yapısını bu ağaç ağlar verir. Evin büyüklüğü de 6, 7, 8 terimli biçiminde dile getirilir.

8. Turdak (tuurag)

Terimi kuşatan keçe örtü. Buradan “keçe turdaklı” sözü bozkırda göçebe olarak kasteder. Keçe evde yaşayan bütün halkları, “Türk turdaklı” ise göçebe olmakla birlikte yalnızca Türk olanları kasteder. Ak kösk burayı da kapsar.

9. Serpme (üüd)

Ağaç “kapı (haalga) bulunmadan önce girişteki açıklık bu ağır keçe parçası ile örtülürdü. Aynı gelenek günümüzde de sürmektedir. Türklerde kapı çift kanatlı olur ve gün doğumu yönüne bakar. Moğollarda ise kapı tek kanatlıdır ve artık güneye bakıyor. Buriad başkenti “ulaan-üüd=kızıl serpme” adı bu sözden gelir.

10. Kapsa (hatavç)

Giriş açıklığını veren ağaç dikmeler. Terimin iki ucu buraya birleştirilir. yine ak köskü dışarıdan kuşatıp tutturan baş (tolgoi), orta (dund) ve ayak (adak) kuşakları kapsaya bağlanır. Kapsayı alt ucundan birleştiren ağaç parçaya “eşik (bosgo)” denir. Üstten birleştiren parçaya ise “sunı (totgovç)” deniyor.

Kazakistan-OneCikan
KazakistanKültürelTarihi

Kazakistan Hakkında Genel Bilgiler

Kazakistan Orta Asya’da yer alan Türk devletlerinden biridir. Kuzeyinde Rusya, Ural Dağları ve Güney Sibirya, doğusunda Moğolistan ve Doğu Türkistan, güneyinde Kırgızistan, Özbekistan, Aladağ, Tanrı Dağları ve Aral Gölü, batısında ise Hazar Denizi yer alır. Doğu ve batı sınırları arası 3000 km, kuzey ve güney sınırları arası 1500 km’dir. Yüzölçümü 2.717.300 km2dir. (9.büyük ülke)

Başkenti Astana resmi dili Kazakça ve Rusça’dır. Yönetim biçimi Cumhuriyettir. Ülke bağımsızlığına 16 Aralık 1991 yılında kavuşmuştur.Toplam nüfusu 16,195,000 (61.) kişi olan ülkede etnik yapı çeşitlilik gösterir. Ülke nüfusunun %63’ünü Kazak Türkleri, %24’ünü Ruslar, %3’ünü Özbekler, %2’sini Ukraynalılar, %1,4’ünü Uygurlar, %1,3’ünü Tatarlar, %1,1’ini Almanlar ve %4,5’i diğer milletlerden oluştur.

Tarihi

Kazakların tarih sahnesine çıkışları 15. asra rastlar. Şeybani Hükümdarı Ebü’l-Hayr zamanında bozkır bölgesinde yaşayan Türk kabileleri, aynı sülaleden Barak Hanın oğulları Canıbek ile Kerey’in idaresinde doğuya göç ederek ÇağatayHanlığı topraklarını kendilerine yurt edindiler. Buralarda yaşayan ve göçebe olan Türk kavimleri ile birlik olup iki yüz bin kişilik bir nüfûsa ulaştılar. Bunlara daha sonra, Naymanlar, Celayirliler ve Duğlatlar da katılınca bir milyonluk bir Kazak topluluğu meydana geldi. Balkaş civarında yaşayanlara Canıbekoğlu Kasım Han, Urallara kadar olan bölgede yaşayanlara Kereyoğlu Burunduk Han hükümdarlık ediyordu.

Kasım Han amcasının oğlu Burunduk Hanı ortadan kaldırarak, Kazakların tamamını idaresi altına aldı ve üç yüz bin kişilik bir ordu kurdu. Kasım Handan sonra oğlu Aknazor Han (1520-1555), ondan sonra onun oğlu Şigay Han (1555-1570) Kazan hükümdarı oldu. Şigay Han zamanında bozkırların tamamı Kazak hakimiyeti altına girdi. Şigay Hanın yerine geçen Tevekkel Han (1570-1600) Taşkent’i ele geçirerek başşehir yaptı. Kazak topraklarını üç ayrı “orda”ya böldü. Bunlar batıdan doğuya sırasıyla Tien Shan’ın kuzeyindeki Semireciye bölgesini içine alan kısma BüyükOrda (Uluyüz), Aral Gölünün doğusundaki orta step bölgesini içine alan kısma OrtaOrda (Ortayüz) ve Aral Gölüyle Ural Irmağı arasında kalan kısma da Küçük Orda (Kiçiyüz) denildi. Tevekkel Hanın yerine geçen kardeşi İşim Han (1600-1623), Çungarya Kalmuklar’ına (Oryatlara) karşı devamlı harpler yaptı. Ondan sonra yerine geçen kardeşi Cihangir (1623-1655) Kalmukları 1626 yılında yendi. Cihangir Handan sonra yerine oğlu Tekva Han (1655-1678) geçti.

Rus İşgali

Tekva Handan sonra sultan olan Pulta Han (1678-1718) devrinde Çungarya Kalmukları, Türkistan’a kadar olan bölgeleri elegeçirdi. Kazakların birliği bozuldu. Ordalar birbirleri ile savaşmaya başladılar. Bu durumdan istifade eden Ruslar, önce Küçük Ordayı (1731), sonra Orta Ordayı (1743), daha sonra da Hokand Hanlığı idaresindeki Büyük Ordayı (1846) hakimiyetleri altına aldılar. Böylece bütün Kazak toprakları Çarlık Rusyasının eline geçmiş oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kazak topraklarında yeni iskan merkezleri kurularak Ruslar yerleştirildi. 1916’da 19-43 yaş arası bütün erkek nüfûsun askere çağrılması üzerine Kazaklar isyan etti. Fakat bu isyan Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı.

1917 devriminden sonra Alaş Orda adlı Kazak hükümeti kuruldu.

Kızılordu 1920’de Kazakistan’ı işgal etti ve Oranburg’da muhtar bir Sovyet Cumhûriyeti kuruldu. Daha sonra Alma-Ata başşehir oldu. Göçebeler 1929’da yerleşik hayata geçmeye zorlandı. Çok sayıda Rus ve Ukraynalı Kırgızistan’a yerleştirildi. Buna karşı çıkan Kazaklar hunharca katledildiler. Kazak çocukları milli ve dini kültürden uzak, ateist olarak yetiştirilmeye çalışıldı ise de bunda muvaffak olunamadı. 1936’da yapılan yeni bir düzenleme ile Kazak Özerk bölgesi, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti haline getirildi. Rusya’daki Glasnost hareketlerinden sonra ve 1991 Ağustosunda eski Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Kazakistan Cumhûriyeti bağımsızlığını ilan etti.

Fiziki Yapı

Ülke topraklarının beşte biri dağlarla kaplıdır. Diğer kısmı düzlükler tepelik ovalar ve platolardan meydana gelir. Batı ve güneybatı kesimlerine hakim olan HazarÇöküntüsünün güneyinde Ustyurt Yaylası, Mangışlak Yarımadasında ise Karadağ ve Akdağ uzanır. Hazar Çöküntüsünü Ural Platosu ve Mugodjar Tepeleri geniş Turan Ovasından ayırır. Kurumuş ırmakların önceleri taşıdığı kumlar güneyde Kızılkum Çölünü, orta kesimde Karakum Çölünü, kuzeyde Büyük ve Küçük Barsuki çöllerini meydana getirmiştir. Kuzeyde dağların yüksekliği 1500 metreye ulaşır. Ülke topraklarının batısında Uludağ, doğusunda iseCengizdağ olarak bilinen sıradağlar yer alır. Doğu ve güneydoğudaki yüksek dağ silsileleri vadilerle yarılmıştır. Çungarya Aladağları Balkaş Gölünün bulunduğu çöküntünün güneyinden, Tarbagatay Sıradağları güneyden, Altay dağ silsilesinin devamı olanListvyaga, Holzun ve Tigirek sıradağları ise doğudan Kazakistan topraklarına girer. Kırgızistan sınırındaTanrı Dağları, uzanır. Muyunkum Çölü Karadağ’ın içlerine kadar girer.

Kazakistan’da binlerce küçük akarsu vardır. Bu akarsuların büyük kesimi Hazar Denizi, Aral, Balkaş ve Tengiz göllerine dökülür. Kazakistan topraklarını baştan başa geçen ve Kuzey Buz Denizine dökülen nehirler ise Irtiş, İşim ve Tobul’dur. Akarsuların büyük kısmı yazın kurur. Başlıca ırmakları Ural ve Seyhun’dur. Seyhun üzerinde taşkınları önlemek ve sulama gayeli birçok baraj bulunur.

Ülke sınırları içinde su seviyesi genelde değişken olan ve bazıları belli aylarda kuruyan elli bine yakın göl vardır. Hazar Denizinin 2320 km’lik kıyısı Kazakistan sınırları içinde kalır. Diğer önemli gölleri Aral, Balkaş, Zaysan, Alakol, Tengiz ve Seletitengiz’dir.

İklim

Kazakistan’ın vadi ve ovalarında çok sert bir kara iklimi hakimdir. Sıcaklık bölgelere göre çok farklılık gösterir. Güneyde -5°C ile -1,4°C arasında değişen kış ortalama sıcaklığı, orta kısımlarda -16°C ile -19°C’ye kadar düşer. Yazın ortalama sıcaklık kuzeyde 20°C güneyde ise 29°C’dir. Senelik ortalama yağış miktarı kuzey ve orta kısımlarda 200-300 mm, güneyde 400-500 mm, yüksek sıradağlarda ise 600-1000 mm arasında değişir. Vadilerde sık sık kasırga şiddetine varan rüzgarlar eser.

Doğal Kaynaklar

Madenler: Kazakistan yeraltı kaynakları bakımından zengindir.Karaganda bölgesinde zengin kömür yatakları, Ural-Enba Havzasında petrol yatakları vardır. Ayrıca bakır, kurşun (Altay, Kara-Tav, Ala-Tav, Tekeli’de), çinko (Alma-Ata), demir (Karkaralı, Balhaç, Cez-Kazgon, Ata-Su), manganez, kalay, volfram, molibden, antimuan çıkarılmaktadır.

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Ülke topraklarının büyük bölümünü kaplayan çöllerde pelin otu ve ılgın yetişir. Altay ve Tanrı dağları ormanlarla kaplıdır. Ormanlarda ve çöllerde çok sayıda av hayvanı yaşar. Bunlardan bazıları; antilop, sığın, kurt, ayı, kakum, samurdur. Irmak ve göllerde sazan, turna, som balığı, alabalık ve tatlısu levreği Hazar Denizinde ise mersinbalığı, ringa çamçak avlanır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Kazakistan’ın nüfûsu 16.000.000 civarındadır Başkenti Astana olup nüfûsu 1.200.000’dir. Nüfûsun % 58.9’u Kazak, % 25.9’u Rus, % 5.8’i Alman, % 2.94’ü Ukraynalı, % 6.5’i diğer milletlere mensuptur. Başlıca şehirleri Almatı, Çimkent, Atrau, Pavlodar, Karaganda ve Aralsk’dır.

Kazakistan’da büyük yerleşim bölgeleri dışında hala eski göçebe özelliği sürdürülmektedir. Halkın çoğu geçimini hayvancılıkla sağladığı için yazın “çaylav” dedikleri yaylalara gitmek, kışın da “kıştav” dedikleri kışlaklarında barınmaktadırlar. Böylece göçebe hayatlarını devam ettirirler.

Eğitim: Halkın çoğu 1917 komünist ihtilalinden önce göçebe hayatı yaşadığından, Kazaklarda eğitim faaliyetleri fazla gelişmemişti. Yerleşme merkezlerinde çok sayıda medrese vardı. İhtilalden sonra bölgede Rus eğitim sistemi uygulanmaya başlandı. İlk ve orta öğretim Kazakça yapılmasına rağmen, anaokullarında ve yüksek okullarda Rusça eğitim yapılması Kazak gençlerini Rusça öğrenmeye mecbur bıraktı.

Kazakistan’da eğitim 7-17 yaş arasında mecbûri ve parasızdır. Okullarda Rusça ve Kazakça eğitim yapılır. Ayrıca azınlık dillerinde de öğretim yapan okullar vardır. Nüfûsun az olduğu bölgelerde ortaokul çocukları için yatılı okullar bulunur. Mesleki eğitim veren okulların sayısı oldukça fazladır. Ülke çapında 8689 ortaokul, 243 teknik lise, vardır.

Kazakistan’da ilk üniversite 1934’te Kirov’da kuruldu. 1948’de Kazak İlimler Akademisi teşkil edildi. Bu akademiye bağlı 35’ten fazla enstitü vardır. Ayrıca 40 civarında yüksek okul mevcuttur.[/vc_column_text]

Siyasi Hayat

Rus hükûmeti, Kazakların milli şuurunu kaybetmesi için çeşitli çalışmalar yaptı. Stalin döneminde Kazakçadan Arapça ve Farsça kelimeler çıkarılarak bunların yerine Rusça kelimeler konuldu. Günümüzde Kazakçada bulunan bazı kelimeler için Rusça kelimeler kullanılmaktadır. Böylece Kazakça kısa zamanda Rusçanın tesiri altında kalmıştır. Buna sebep, kendi dilini iyi bir şekilde öğrenmeyen Kazak aydınlarının şuurlu veya şuursuzca yazılarında Rusça kullanmaları olmuştur.

Büyük kısmı Müslüman olan Kazaklarda dindarlık derecesi bölgelere göre değişmektedir. Kazakların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde dini inanç daha güçlü olup, Kazakların azınlık durumuna düştüğü bölgelerde ise dini inanç zayıftır. Müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde İslami ve milli adet ve örfler hala canlı olarak muhafaza edilmektedir. Bağımsızlığını kazanmadan önce din aleyhtarı propaganda çok güçlü yürütülmekteydi. Kazakistan’da 1948’den bu yana Kazakça 150’ye yakın din aleyhtarı kitap yayınlanmıştır. Kazaklar, Müslüman topluluklar arasında, dillerinde din aleyhtarı kitaplar neşredilen üçüncü ülke durumundadır.

Ekonomi

Ülke ekonomisi tarım, hayvancılık ve madenciliğe dayalıdır. Toprakların büyük bölümü çöl ve dağlarla kaplı olduğu için tarıma elverişli arazi azdır. Bu arazinin büyük kısmı mer’adır. Kazakistan’da tarım dört bölgede mütalaa edilebilir: 1)Yerleşik zirai bölge: Bölgede özellikle buğday, darı, ayçiçeği ve büyükbaş hayvanlar yetiştirilir. 2) Geçiş bölgesi: Bu bölgede darı yetiştirilir ve koyun beslenir. 3)Hayvan besleme bölgesi:Buralarda koyun beslenir. Aktübe’de ayrıca at ve deve de yetiştirilir. 4)Sun’i sulama yapılan bölge: Bu bölgede ise sanayide kullanılan pamuk, pancar, tütün, kendir, yağlı tohumlar ve pirinç yetiştirilir.

Kazakistan sanayii madenciliğe bağlı olarak gelişmiştir. Sovyetler Birliğinden ayrılmadan önce, bu ülkenin hammadde ihtiyacının büyük kısmını karşılıyordu. Başlıca sanayi kuruluşları demir, çelik, çimento, gübre, şeker, un, konserve, ilaç, sentetik iplik, röntgen aletleri fabrikalarıdır. Sanayide çalışan işgücünün büyük kısmı kömür madenleri, petrol tesislerinde çalışmaktadır.

Ulaşım: Kazakistan’da ulaşım kara, demir ve hava yoluyla sağlanır. Demiryolu ağı 21.400.000 km uzunlukta olup, ülkeyi ağ gibi örmüştür. Karayolları’nın uzunluğu ise 189.000 km’dir. Birçok şehirde hava alanı vardır.

Kuru üzüm çeşitlerinde, üzümün kurutulma aşaması da üzümün değerinde büyük rol oynuyor. Özel olarak yapılan asmalarda dalında kurutulan üzümlerin yanı sıra açık havada, gölgede, rüzgarın etkisiyle kurutulanlar bir yanda, kerpiçten yapılmış özel depolarda kurutulan üzümler diğer yanda tüketiciye sunuluyor.

Vilayeti ziyaret edenler, kültürel ve tarihi mirası ziyaret ettikten sonra Çinliler tarafından Hou Yan Şan olarak adlandırılan Alev Dağı arasındaki yeşilliklerle kaplı Üzüm Vadisinde Uygur kültürü, müzikleri, dansları ve misafirperverliğiyle yorgunluğunu gideriyor.

Konuklara üzüm çeşitlerinin ve üretim şekillerinin sergilendiği bağlar gezdiriliyor, bilgi veriliyor ve tattırılıyor.

Alev Dağının eteklerinde 16 kilometrekarelik alanda kurulan üzüm vadisinde 10 bin Uygur aile, hem üretim yapıyor hem de yut içinden ve dışından gelen misafirleri ağırlıyor.

Kahriz-OneCikan
ÇinKültürelTarihi

2000 Yıllık Kariz Türk Kanalları

Türkler, Çin’in Sincan bölgesinde günümüzden 2 bin yıl önce yerin 100 metre altında toplam uzunluğu 5 bin km olan su kanalları inşa ederek çölün ortasında dünyanın en kaliteli üzümlerini elde etmişlerdir. Bu gizemli kanallar günümüzde kullanılmaktadır.

Deniz seviyesinin altında olan Turfan vilayetinin merkezi olan Turfan şehri, su kaynakları bulunmayan ve iklimi son derece kurak bir bölgede bulunuyor.

Yer Altı Su Kanalları

2 bin yıl önce bölgedeki su sıkıntısından ötürü Tanrı Dağlarından Turfan istikametine doğru tüneller kazıldı. İnşa edilen bu tünellerin uzun zaman sonra toplam uzunluğu 5 bin 272 kilometreyi buldu. Yapıt tamamlandıktan sonra cenneti andıran güzel manzaralarıyla ziyaretçileri üzerine çekiyor.

Turfan’ın su ihtiyacının yüzde 30’u, hala bu yer altı kuyularından olan Karez kanallarından sağlanıyor. Tarihte kuyu kanalları olarak adlandırılan Karez kanalları, yöre insanlarının Tanrı Dağlarında eriyen kar sularının yer altına sızmasından oluşan sudan yararlanması için inşa edilen bir sulama projesi.

Karez kanalının tarihini ve şimdiki özelliklerini anlatmak üzere oluşturulan sergi, bölgeyi ziyaret edenler tarafından büyük ilgi görüyor.

Karez kanalı müzesinde yer altı su kanallarının üç boyutlu maketi, insanoğlunun doğa koşullarına nasıl meydan okuduğunu net bir şekilde gösteriyor.

Tanrı Dağlarından yüzyıllardır bölge halkına hizmet veren yer altı kanalları 1,5 metre yükseklikte, 60-70 cm genişlikte inşa edilmiş ve günde 858 metreküp su taşıyor. Ancak bugün bu oran neredeyse üçte bir oranında düşmüş durumda.

Yüzlerce kanalın bulunduğu bölgede halen bağcılık faaliyetinin yanı sıra akademik zirai çalışmalar da yapılıyor.

Alev Dağı’nın Üzümleri

Yıl boyunca neredeyse hiç yağış almayan Turfan`ın iki bin yıllık su kanallarıyla sulanan ünlü üzüm bağları, vilayetin en büyük gelir kaynağı.

Turfan`da hayatın her safhasında üzümün rolü var. Onlarca çeşit üzümün yetiştirildiği vilayette üzüm, taze ve kurutulmuş halde piyasaya sunuluyor.

Üzümlerin sofralık özellikleri ağır basıyor, çünkü ince kabuklu, çok lezzetli üzüm türleri, Turfan`da bolca yetiştiriliyor.

Kuru üzüm çeşitlerinde, üzümün kurutulma aşaması da üzümün değerinde büyük rol oynuyor. Özel olarak yapılan asmalarda dalında kurutulan üzümlerin yanı sıra açık havada, gölgede, rüzgarın etkisiyle kurutulanlar bir yanda, kerpiçten yapılmış özel depolarda kurutulan üzümler diğer yanda tüketiciye sunuluyor.

Vilayeti ziyaret edenler, kültürel ve tarihi mirası ziyaret ettikten sonra Çinliler tarafından Hou Yan Şan olarak adlandırılan Alev Dağı arasındaki yeşilliklerle kaplı “Üzüm Vadisi”nde Uygur kültürü, misafirperverliğiyle yorgunluğunu gideriyor.

Konuklara üzüm çeşitlerinin ve üretim şekillerinin sergilendiği bağlar gezdiriliyor, bilgi veriliyor ve tattırılıyor.

Alev Dağının eteklerinde 16 kilometrekarelik alanda kurulan üzüm vadisinde 10 bin Uygur aile, hem üretim yapıyor hem de yut içinden ve dışından gelen misafirleri ağırlıyor.

Ozbekistan-OneCikan
KültürelÖzbekistanTarihi

Özbekistan Hakkında Genel Bilgiler

Kuzey-kuzeybatısında Kazakistan doğu-güneydoğusunda Kırgızistan ve Tacikistan güneybatısında Türkmenistan güneyinde ise Afganistan yer alır.

Bugün Özbekistan’ın bulunduğu toprakların büyük bir kısmı 19. asırda Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarının idaresi altında bulunuyordu.

Tarihi

Özbek halkının târihinin ilk dönemlerine âit bilgi yoktur. Özbeklere bu ad, ilk olarak 1313-1340 yılları arasında hüküm süren Altınordu Hükümdarı Gıyâseddîn Muhammed Özbek tarafından verildi. Tîmûr Hanın ölümü üzerine zayıflayan Timur İmparatorluğu topraklarının Aral Gölü ve Seyhun Irmağının kuzeyindeki bölgede dağınık olarak yaşıyan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın idaresinde toplanarak, 1428’de onu kendilerine han îlân ettiler. Kısa zamanda kuvetlenerek çevredeki diğer boyları da hâkimiyetleri altına aldılar.CeyhunIrmağı kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Özkent gibi şehirleri ele geçirdiler ve bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar. Türkistan taraflarına düzenlenen seferlerde Kalmuklara mağlup olunca, bu durumdan istifâde eden Kanay veCanibek adlı başbuğlar bâzı Özbekleri de yanlarına alarak Çağatay Hanına sığındılar. Bölgeden ayrılan bu Özbeklere Kazak veya Kırgız kazakları adı verildi.

Ebü’l-Hayr’ın vefâtından sonra Özbekler, Çağatay-Moğol hükümdarı Yunus Hana yenilerek dağıldılar. Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak, Yunus Han tarafından öldürüldü. Dağılan Özbekler Şah Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in (Şeybânî) etrafında toplandılar. Bu târihten îtibâren Şeybânîler adıyla da anılan Özbekler 1500 yılındaTîmûroğulları Devletindeki iç karışıklıktan istifâde ederek Buhara’yı zabtedip, Tîmûr Hânedanına son verdiler. Harezm ve Hive’yi ele geçiren Özbekler, Çağatay Hükümdârı Bâbür’ü mağlup ettiler. Belh, Herat ve Taşkent’i zapteden Özbekler, Orta Asya’nın en güçlü devleti hâline geldiler.

Buhranlı Zamanlar

Özbekler bir ara Safevîlere karşı yenildiler ve bâzı bölgeler ellerinden çıktı ise de 1512’de buraları geri aldılar. Özbek hâkimiyeti 16. yüzyıl boyunca Mâverâünnehr’de devam etti. 1598’de İkinci Abdullah Hanın vefat etmesinden altı ay sonra oğlu Abdülmü’min de kendisine bağlı taraftarlarca öldürülünce, Özbekler ülkesinin hâkimiyeti,Şeybânîlere akrabâ olan Canoğullarına (Astırhan Hanları) geçti.

Özbekler on altıncı asır boyunca İran’dakiŞiî-Safevîlerle devamlı olarak savaştılar. Ehl-i sünnet olan Osmanlılar ve Hindistan’daki Bâbürlülerle iyi münâsebetler kurmaya çalıştılar. 17 ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Astırhanlar Hanlığının hâkimiyeti altında kaldılar. 1740’ta Nâdir Şah tarafından Astırhanlar Hanlığı yıkıldı.

Nâdir Şahın vefâtından sonra, hâkimiyet Canoğullarının yerine Mangıthanlar Sülâlesine geçti. Bu sülâle hâkimiyetlerini 1860’a kadar devam ettirdi. 1860’tan îtibâren Türkistan içlerine doğru ilerleyen Rusların himâyesinde yarı bağımsız olarak devâm eden Buhârâ Hanlığının hâkimiyetinde kalan Özbekler, Rusların çeşitli baskıları altında yaşadılar.

Bugün Özbekistan’ın bulunduğu toprakların büyük bir kısmı 19. asırda Hive, Buhara ve Hokand hanlıklarının idâresi altında bulunuyordu. 1917 Sovyet Devrimi ardından, bölgede Özbeklerin ve diğer Müslümanların hemen hiç söz sâhibi olmadığı bir geçici hükümet kuruldu. Aralık 1917’de Hokand’da bir millî kongre toplayan Müslümanların Mustafa Çokayev başkanlığında kurdukları hükûmet 1918’de gönderilen Rus askerleri tarafından devrildi. Darbeden sonra yeni yönetime karşı Basmacı ayaklanması olarak bilinen bir direniş hareketi başladı. Harezm ve Buhara Sovyet Halk Cumhûriyetlerinin kurulması Basmacı Ayaklanmasının yayılmasına sebep oldu. Türkistan Komisyonunun 1922’de başlattığı reformlar neticesinde ayaklanma etkisini kaybetti.

1924’te Orta Asya ve Kazakistan’da sınırları etnik temellerde tekrar belirleyen düzenleme ile Harezm, Buhara ve Türkistan cumhûriyetleri dağıtılarak bölge toprakları Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kazakistan arasında paylaştırıldı.

Sovyetler Birliğinde 1989’da başlayan yenileşme hareketleri neticesinde, Özbekistan 1991 Ağustosunda bağımsızlığını îlân etti. Daha sonra kurulan Bağımsız Devletler Topluluğuna bağlandı.

Fizikî Yapı

Düz ve kurak batı kesimi Özbekistan topraklarının büyük kısmını meydana getirir. Kuzeybatıda yer alan alüvyonlu Turan Ovası, güneyde Kızılkum Çölü ile birleşir. Batıda yer alan Üstyurt Yaylası hafif dalgalı düz bir yüzeye sâhiptir. Bölgenin en büyük özelliği alçak sıradağlar ve tuzlu bataklıklar, düdenler ve mağaralarla kaplı kapalı havzalardır. Ceyhun Deltası alüvyonlu topraklarla kaplıdır. Kızılkum Çölünün büyük bölümü ülke toprakları içinde kalır. Özbekistan’ın doğusu ise dağlıktır. Tanrı Dağlarının batı kesimlerini meydana getiren dağ silsileleri bölgeyi engebelendirir. Bunlar Ugam, Pskem, Çatkal ve Kuramin sıra dağlarıdır. Orta Asya’nın en büyük vadisi olan Fergana bu bölgededir.

En önemli gölü Aral Gölü’dür. Amuderya (Ceyhun) ve Siriderya (Seyhun) nehirleri dışında irili ufaklı 600 akarsu vardır.

İklimi

Özbekistan’da çok kurak kara iklimi hüküm sürer. Senelik ortalama yağış miktarı 200 mm’dir. Yazlar uzun, kışlar ise kısadır. Yazın sıcaklık sık olarak 40°C’nin üzerine çıkar. Kışın ara sıra don görülür.

Doğal Kaynaklar

Madenler: Özbekistan yeraltı zenginlikleri yönünden önemli bir ülkedir. Gazlı, Carkak, Mubarak’ta doğalgaz, Fergana Vâdisi ve Aşağı Surhan-Derya’da petrol, Angran’da kömür, Almalık ve Kaytaş’ta bakır, çinko, kurşun, molibden ve Muruntau’da bol miktarda altın yatakları vardır. Nuratav’dan çıkarılan Gazgan mermeri güzelliği ve dayınıklılığı ile meşhurdur.

Bitki Örtüsü ve Hayvanlar: Ülke topraklarının % 12 gibi çok az kısmı ormanlarla kaplıdır. Batı kesimindeki düzlükler, havzalar ve dağ eteklerinde otsu bitkiler, tepelerde ise odunsu ve çalımsı bitkiler vardır.

Özbekistan’da genelde çölde yaşayan yabânî hayvanlar çoğunluktadır. Dağlarda kurt, ayı, tilki, ceylan, antilop, çok sayıda kuş yaşar.

Nüfus ve Sosyal Hayat

27.6 milyona varan Özbekistan nüfûsunu 60 kadar farklı etnik grup meydana getirir. Nüfûsun % 71,4’ünü Özbekler, % 10.8’ini Ruslar, % 4’ünü Kazaklar, % 3,9’unu Tacikler, % 9.9’unu diğer etnik gruplar meydana getirir. Şehirleşme hızlı olmasına rağmen, Özbeklerin dörtte üçü kırsal kesimde oturur. Orta Asya’nın en büyük yerleşim merkezi olan Taşkent’te en çok yaşayan etnik grup Ruslardır. Özbekistan’ın en önemli şehirleri Semerkand, Buhara, Hive ve Hokand’dır.

Özbekistan’da eğitim ve kültür Rusya’nın etkisi olmasına rağmen büyük gelişme göstermiştir. Taşkent Üniversitesi 1920’de kurulmuştur. Günümüzde üniversite sayısı 46’ya ulaşmıştır. Orta öğretimin mecburi olduğu Özbekistan’da okuma-yazma oranı % 100’e yakındır. Özbekistan üniversiteleri büyük bilim merkezleridir.

Ruslar, Özbekistan’ı ele geçirdikten sonra Türklerdeki millî şuuru ve dîne olan bağlılığı ortadan kaldırmak için bütün her şeylerini seferber ettiler. Bunun için baskının dışında kullanılan en yaygın metod Ruslaştırma metoduydu. Ruslaştırma metodu ise önce Rus dilini çok yaygın hâle getirmek şeklinde yürütüldü. Fakat bunlara rağmen Müslüman Türkler inançlarını ve millî duygularını kaybetmediler.Özbekistan’ın bağımsızlığını îlân etmesinden sonra dînî yasaklar kaldırıldı ve birçok câmi, mescit ve medrese açıldı ve dînî faaliyetler belirgin bir şekilde arttı.

Özbekistan’ın Semekand ve Buhara şehirleri târih boyunca ilim ve kültür merkezi olmuştur. Bunun tesirleri günümüzde hâlâ devam etmektedir. Bu şehirlerde; Birûnî, Uluğ Bey, Kâdızâde-i Rûmî, Ali Şir Nevâî, Gıyâseddîn Cemşid Kâşî eş-Şirâzî, Ubeydullah-ı Ahrâr, Necmeddîn-i Kübrâ gibi âlim ve ilim adamları yetişmiştir.

Ekonomi

Özbekistan ekonomisi sanâyi ve tarıma dayalıdır. Dünyânın üçüncü pamuk üreticisidir. İpekböcekçiliği yaygın olarak yapılır. Üzümleri meşhurdur. İklimi ve bitki örtüsü sığır ve koyun besiciliğine elverişlidir. Bölgede en çok Karakul koyunları beslenir.

Özbekistan Orta Asya’nın en önemli makina ve ağır donanım üreticisidir. Çıkarılan doğal gaz boru hattı ile komşu cumhûriyetlerine de gönderilir. En önemli hafif sanâyi ürünleri pamuklu ve ipekli kumaştır. Aral Gölü kıyısında bulunan Muynak’ta havyar, kurutulmuş, tütsülenmiş ve tuzlanmış balık üretilir.

Özbekistan yeraltı kaynakları bakımından çok zengindir. Navoi eyâletinde bulunan zengin tabiî gaz, altın ve uranyım yatakları, bölgenin hızla gelişmesine sebep olmuştur. Bölgede çimento fabrikası, büyük kimyâ sanâyii ve elektrik santrali kurulmuştur. Zarafşan’daki Muruntau’da bulunan altın mâdeninden senede 80 tona yakın altın çıkarılmakta olup, bu miktar dünyâdaki en büyük altın ocaklarının üretiminden fazladır. Çıkarılan mâdenler eyâlet merkezi Navoi’de işlenmektedir.

Bağımsızlık Sonrası

Özbekistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Türkiye ile sıkı diplomatik ilişkilere girmiştir. İki ülke arasında ekonomi, ticâret, kredi, turizm ve kültür anlaşmaları imzâlanmıştır.

Özbekistan Sovyetler Birliğinin dağılmasında sonra bağımsız kalmasına rağmen herhangi bir ekonomik alt yapısı ve sanayisini yönetebilecek bir yapıya sahip olmadığı için Rusya Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın kurdukları Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) üye olmuştur. Ancak kendi ekonomilerini yaratabilmek amacıyla Bretton Woods sistemi içindeki örgütlere üye olmuştur (IMF, Dünya Bankası v.b.). Bu kuruluşların özellikle IMF’nin politikalarını benimsemesine rağmen aynı özelliklere sahip diğer Orta Asya devletlerine nazaran daha uzun zaman dilimine yaymışlardır özelleştirme politikalarını. Ayrıca özelleştirme yapılan kurumlar genellikle hizmet sektörüne ait kurumlar olmuştur. Sanayi kuruluşları ise genel olarak devletin kontrolü altında kalmıştır. Bu sayede işsizlik sorununu diğer devletlere oranla daha az yaşamışlardır. Sanayi kurumlarının özelleştirilmede geri planda kalması dış yatırımları azaltsa da şu anki durumları itibari ile diğer Orta Asya devletlerinden daha iyi bir konumda yer almaktadır (Kazakistan hariç).

Özbekistan, yıllık 80 ton altın üretimiyle dünya sıralamasında üst sıralarda yer almaktadır. Bakır rezervleri 800 milyon ton olarak varsayılmaktadır. Kömür üretimi yıllık 6 milyon tondur.

Özbekistan karasal iklime sahiptir. Bu nedenle ülkenin % 9’u tarıma elverişlidir. Özbekistan’da, pamuk önemli yer tutmaktadır ve ülke dünyanın dördüncü pamuk üreticisidir. Özbekler buğday, meyve, sebze, ipek ve pirinç yetiştirmektedirler. Ekonomik yapı ise tarım ağırlıklıdır.

Nüfusun %30’u tarım sektöründe çalışmaktadır. Tarımsal üretim kolhozlar, solhozlar, meşhozlar (devlet kuruluşları) aracılığıyla yapılmaktadır.

ÜIke ekonomisinde hayvancılık da önemli yer tutmaktadır. Sığır, koyun, keçi ve kümes hayvanları vardır. Yıllık yün üretimi 1994 verilerine göre 20.000 ton civarındadır. Ve özellikle astragan kürk koyunculuğu büyük önem kazanmıştır ve ihraç edilmektedir. Özbekistan sanayisi daha çok petro-kimya ağırlıklıdır ve yılda 1.5 milyon ton gübre üretmektedir. Ayrıca pamuk üretimine dayalı olarak kimya sanayii de gelişmiştir.

1990 yılı verilerine göre: Sanayi % 35, tarım % 34, inşaat % 14, ulaşım %5 ve diğerleri %12’dir.

Hafif sanayi ürünleri ise ipekli ve pamuklu kumaşlardır. Aral gölü kıyısında havyan üretme ve işleme tesisleri bulunmaktadır.

Ulaşım

Özbekistan’da ulaşım başlıca Taşkent, Semerkand, Buhara, Çarçay ve Fergana arasındaki 3000 km’lik demiryolu, 21.500 km’lik şose ve Amuderyâ üzerinde 1200 km’lik su yolu ile sağlanmaktadır. Birçok şehrinde havaalanı vardır.

0-OneCikan
KültürelMoğolistanTarihi

Mavi Göklerin Ülkesi, Moğolistan…

Moğolistan; Türk kültürü açısından son derece önemli bir ülke. Türkçenin bilinen ilk yazılı belgelerini, diğer bir ifadeyle Orhun Yazıtlarını barındıran bu coğrafya, tarih boyunca çeşitli Türk devletlerine de ev sahipliği yapmış olması dolayısıyla apayrı bir yere sahip. Esasında Türkler, Koreliler, Mançu/Tunguzlar ve de Japonlar gibi bir Altay halkı olan veya olduğu düşünülen ve Ana Altay dilinden kopan/koptuğu düşünülen bir dili konuşan Moğollarla tarihi bağlarımız oldukça kuvvetli. Moğolistan’da yaşayan Proto-Moğolları ve Tunguzları; Türklerin kurduğu büyük Hun İmparatorluğu birleştirdi. Milattan önce 3. yüzyıldan itibaren bölge Türklerin hakimiyetine geçti. On üçüncü yüzyılın başına kadar; Büyük Hun İmparatorluğu, Göktürk, Uygur, Kara Kutay Devletleri hâkim oldu. Cengiz Han’ın birleştirip teşkilatlandırdığı kabilelerle, 1205’te Moğolistan’da ilk Moğol Devleti kuruldu. Cengiz Han, 1227’de ölünce Moğol İmparatorluğu oğulları arasında bölüşüldü.

Asya’nın doğusunda bulunan Moğolistan, dünyanın en seyrek nüfuslu ülkesidir 1,5 milyon metrekarelik yüzölçümüyle Türkiye’nin iki katı toprağa sahip olsa da nüfusu Türkiye’nin yüzde 4’ü kadardır. Başkent dışında kalan topraklarda kilometrekareye yalnızca bir kişi düşüyor. Kuzeyde Rusya; güneyde, batıda ve doğuda Çin Halk Cumhuriyeti ile komşu.Ülkenin toplam nüfusu yaklaşık üç milyon. Üç milyonluk bu nüfusun %96’sı kadarını Moğollar, %4’ünü ise Kazaklar ve diğer bazı halklar oluşturuyor. Yarı-başkanlık sistemi ile yönetilen ülkenin resmi dili Moğolca ve bu dili yazmak için Klasik Moğol yazısından ziyade daha çok Moğolca için özelleştirilmiş olan Kiril alfabesi tercih ediliyor. Ülkenin para birimi tuğrik’dir.

2010 yılı istatistiklerine göre ülkedeki insanların yaklaşık 150.000-200.000 Müslüman’ın bulunduğu tahmin edilmektedir ki, bu da toplam nüfusun yaklaşık %5’ine tekabül etmektedir. Ülkedeki Müslümanların çoğunu Kazaklar ve Hoton Türkleri oluşturmakta olup bu insanlarda Moğolistan’ın doğusunda yoğunlaşmaktadır. Geri kalan ise %53’ü Budizm’e, %39’u herhangi bir dini inanç taşımıyor. %3’ü ise Hristiyanlık ve Şamanizm’e bağlı. Nüfusun yaklaşık %40ı konar-göçer ve hayvancılıkla uğraşıyor. 1990 yılında Sovyetler Birliğindenayrılarak bağımsızlığını kazanan Moğolistan’ın hiçbir deniz veya okyanus ile bağlantısı yoktur ve neredeyse tamamı verimsiz bozkırlarla, çöllerle çevrili durumdadır. Meşhur Gobi Çölü de Moğolistan sınırları içerisinde yer almaktadır. Moğolistan’ın Güneyinde bulunan yarı kurak Gobi çölü ülke topraklarının yaklaşık üçte ikisini kaplamaktadır. Ekilebilir, tarıma elverişli, verimli arazi ise yok denecek kadar azdır. Ülkenin başkenti Ulan Batur’dur ve ülke nüfusunun %45’i burada yaşamaktadır. Ulan Batur kurak ve verimsiz bozkırdan, yer yer debisi düşük ırmaklardan ve çölümsü arazilerden oluşuyor. Bu da ülkede tarımın gelişmemesinin bir numaralı sebebi olarak görülüyor. Türkiye ile arasında +5 saatlik bir zaman farkı var.

Moğolistan karasal iklime sahip bir ülke. Eksi 50 dereceyi bulan hava sıcaklığıyla dünyanın en soğuk ülkeler arasında yer almaktadır. Sıcaklık değişmeleri hayli dengesiz ve düzensizdir. Bir gün, gün içi sıcaklık 32 derece iken ertesi gün aniden 10 dereceye kadar düşebiliyor. Bu bakımdan, özellikle mevsim geçişlerinde her koşula hazırlıklı olmakta fayda var. Ülkede yeşil alan miktarının son derece azdır.

Moğolistan denilince akla gelen unsurlardan biri de geleneksel Moğol çadırıdır. Moğolların ger veya Türkçe kökenli yurt şeklinde adlandırdıkları bu çadırlarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Ülke genelinde oldukça yaygın olan ve özellikle kırsal bölgelerde bulunmaktadır. Hayvanlarını otlatanlar, inşaatlarda çalışanlar da yine geçici konaklama yerleri olarak bu çadırları tercih ediyor. Bezlerle kaplanmış keçeden oluşan çadırın ortasında bir soba, etrafında yataklar ve güneş ışığının içeriye girmesini sağlayan çadırın tam ortasında, bir pencere işlevi gören, Kırgızların da tündük olarak tabir ettiği bir bölme, ahşap direkler ve ufak bir giriş kapısı vardırGerlerin kumaşları beyaz, kapıları ise daha çok turuncu renktedir. Moğolistan’da hala ata çok değer verilir. Özel misafirleri için at besleyip onu ikram ederler. Bir erkek çocuğun yetişkin olabilmesi için ata binebilmesi ve onu ustaca kullanabilmesi gerekmektedir.

Mesaj Göner
merhaba nasılsınız
ARİF DERNEĞİ
Merhaba, size yardımcı olabilmemiz için bize mesaj atmanız yeterli. İyi günler dileriz :)